BİR YAĞDI, PİR YAĞDI

BİR YAĞDI, PİR YAĞDI

 

Böyle yağacağı belliydi. Aylardır neredeyse tek damla düşmemişti. İstanköy üzerinden sökün eden bulutlar, Knidos üzerinden kaçıp giderken biz Bodrumlular söyleniyorduk.

- Tuh! Hırsız rüzgâr yine çaldı bulutlarımızı...

Oysa Bodrum, doğanın bu senaryosunu ezberlemiş olmalıydı.

Yağmıyor, yağmıyor; bir yağdı mı, pir yağıyordu...

Çok zor bir geceydi.

7- 8 aydır Bodrum'a yağamamasının hesabını sorar gibi yağıyordu.

Özlemiştik özlemesine de böyle hışım gibi gelince endişelenmemek mümkün müydü?

İşte o anlarda bir de elektrikler gidince endişe, korkuya dönüşüverdi.

Geçmiş yıllarda iki kez gadrine uğradığım; Kanlıdere bu kez bana acır mıydı ki!

Kanlıdere/ kanal/ yani Poyraz Sokak, beş yıl önce genişletilebileceği kadar genişletilmiş; derinleştirilebileceği kadar derinleştirilmiş; üstü betonlanıp trafiğin emrine sunulmuştu. MUSKİ de sık sık süpermarket arabalarına varıncaya dek ne atıyorsak yüksünmeden topluyor ve yağışlara karşı hazır ve nazır bekletiyordu Kanlıdere'yi ama...

Neylersiniz, mal canın yongası. Gel de o şarrrr gürrr sesleriyle uyu!

Saat 03.00

Kanlıdere, pardon kanal, gelen ne varsa alıp götürüyor...

Saat 04.00

Kanal, istiabı aştım diyor. Sokak, hızla dereye dönüşüyor...

Saat 05.00

Sokak boğuluyorum, diyor adeta. Sağa sola parketmiş araçların tamponlarına tırmanıyor su. Bahçem, dudağına kadar dolu.

Geçen güz, özel olarak hazırlattığım kum torbalarını, geçitlerde kontrol ediyorum tek tek. Vaziyet berkemal...

Arada bir telefondan anlık hava raporuna bakıyorum. Rapora göre yağmurun sonu yakın...

Ya diğer evlerde neler oluyor şimdi. Öteki derelerde, pardon, sokaklarda kim ne yaşıyor?

Uyku tutmuyor bir şekilde...

Önceki valimiz Sayın Amir Çiçek'in; "Bodrum için ne zaman bir kuvvetli yağış uyarısı alsam uykularım kaçıyor. " serzenişiyle; rahmetli Ömer Aras'ın; "Kazderesi öyle akardı ki atla geçemediğimiz zamanlar olurdu. Şimdi nerede o yağmurlar. Ama üç damla yağmur düşüyor. Her yeri sel basıyor. Çünkü suların derelerini çaldık." sözleri beynimde köşe kapmaca oynuyor.

Bodrum'daki derelerin/ kanalların tümü sorunlu. Tümünün, itile kakıla kapasiteleri çok küçülmüş. Yetmemiş, üstü örtülüp yola dönüştürülmüş. Ancak sorunu daha da büyüten yamaçlara doğru hızla yayılan yapılaşmalar. Bu yapılaşma arttıkça toprak zemin azalıyor, yağmur doğrudan kanallara akıyor. Kanalların taşıma gücü, her yıl biraz daha azalıyor.

Üstelik doğrudan denize akan bu kanallar nedeniyle limanın yakın yıllarda dolma olasılığı da çok yüksek...

Ne güzel...

Dolan limanı da "Millet Bahçesi" yapar mıyız acaba?

Gün ışıyınca göreceğiz, ahvalimizi deyip kestiriyorum biraz.

Kuş cıvıltısı, araba homurtusu ve perde aralığından süzülen ışık. Hızla sokağa çıkıyorum.

Geceden hiçbir eser yok.

"Çok şükür!" diyorum.

Varıp fırından sıcacık bir ekmek almalı.

Uykusuz ve endişe dolu bir gecenin sabahında sıcak ekmeğin yanında bir de tavşan kanı çay...

Fırında hummalı bir çalışma.

Su bastı, diyorlar. Ekmek yok.

Şaşırıyorum. Fırın dereye yakın; ama yüksekte…

Fırına yamaçtan gelen sular dolmuş.

Eczane, tuhafiyeci, emlakçı, butik oteller...

Kamptan bir arkadaş arıyor: Lağım bastı lojmanları, ev taşıyorum, diyor.

Off of, bu çok kötü işte!

Eve dönerken kapı aralıklarından kadınların öfkeli konuşmalarını duyuyorum.

Durum sandığımdan da vahim olmalı diye düşünüyorum.

Mala gelen cana gelmesin!

Böyle bir durumda başka ne dileyebilir ki insan?

Burası Bodrum...

Biliyorum ki bu ülkede, ahmakıslatanların göle döndürdüğü bir sürü Bodrum var.

Sorun, bu şarr gürr yağan yağmurlar değil...

Bencilliğimiz, çıkarcılığımız...

Buradan 60 kilometre uzaktaki Stratonikeia antik kentini gezerken kendi kendime hep sorarım:

İki bin yıl önce, bu topraklarda, atık su ve temiz su sistemleri tıkır tıkır çalışan kentleri kuranlar, sahi siz kimdiniz, nerelere gittiniz?

Ya 21. Yüzyılda doğru dürüst kanalizasyon sistemi, arıtması olmayan; atık suları temiz suları ikide bir birbirine karışan milyonluk şehirlerin sahibi bizler kimiz, nerelerden geldik ?

Ancakk...

Bu sorularımın yanıtlarının, hemen birkaç yüz metre ötedeki Stratonikeia kent meclisi binasıyla yamaçtaki 6.500 kişilik tiyatrosunda ve kömür uğruna talan edilen dağlarla ovadaki termik santralde olduğunu iyi bilirim.

Kent kurmak, uygar toplumların işi. Bilgisiz ve bilgesiz toplumların kent kurmaları zor. On binlerce, yüz binlerce; hatta milyonlarca insanın bir arada yaşaması ne o yeri kent; ne de o insanları kentli yapıyor.

Kent kurmak, geleceği tasarlamak demek. Bizim kentlerimizin bırakın 50-100 yıllık gelecek tasarımlarını ve planlamalarını, 10 yıl sonrası için bile doğru dürüst tasarımları ve planlamaları yok.

Ne diyelim?

Anlarsak; "Bir musibet, bin nasihattan evlaymış."

Yerel seçimlere beş kala onca aday adayından kentlerimiz için şu ana dek neler yaptıklarını, gelecek tasarılarını duymak hakkımız olmalı, değil mi ya?

Tüm Bodrumlu hemşehrilerime tekrar geçmiş olsun.

Ne dersiniz, size göre bu felaket bize bir ders olur mu?

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI