"FIKRALARA" SADECE GÜLÜNÜR MÜ !?

 "FIKRALARA" SADECE GÜLÜNÜR MÜ !?

Arapça "Fikra" sözcüğünden dilimize girmiş olan FIKRA; "Kısa ve özlü anlatımı olan, nükteli, güldürücü hikâyecik, anekdot" demektir...

Biz Türk insanlarına "Fıkra" dediğinizde, hemen akıllara gelen ilk isim; o unutulmaz Anadolu bilgesi Nasrettin Hocamız, ardından da genellikle "Temel-Fadime-Dursun" isimleriyle 'Karadeniz Bölgesi' insanlarımızdır!..

Peki, fıkralar sadece gülmek için mi söylenir veya yazılırlar? Bunun içinde "düşünmek, ders vermek, ders almak, yol göstermek" fikri yok mudur? Başarılı olmuş bütün insanlara bakınız, sohbetlerine doyum olmayan kişileri bir düşününüz; bunların hepsinin de çok fazla fıkra bilip, bunları çok güzel ve yerinde anlattıklarına tanık olursunuz!..

Madem söze Araplarla başladık, onlara ait bir fıkrayla konumuza başlayalım:

--Bir Arap Devleti Kralı, 'don giymeyen' erkek vatandaşları hakkında çok şikâyet almaya başlayınca, hemen bir ferman yayınlamış: "Bugünden gayrı, devletimiz sınırları içindeki bilumum erkekler don giyecek, giymeyenlerin kellesi vurulacak!" deyip, atlı ve davullu tellallarla her yere duyurmuş... Herkes korkudan don giymeye başlamış ama, El Abbas adlı aksi bir vatandaşın bu emre asla uymadığı şehrin Kadısının kulağına gitmiş... Hemen iki zabit gönderip, bu El Abbas'ı huzuruna çağırtmış... Kadı Efendi kükremiş; "Sen Kral Hazretlerinin fermanını duymadın mı bre zındık, kaldır bakayım eteğini" demiş...

El Abbas, bütün Arap erkekleri gibi giydiği beyaz ehramın eteğini yavaşça kaldırmış, ayağında don yok, takım-taklavat da meydandaymış... Kadı yine kükremiş ve El Abbas'ın ne iş yaptığını, kaç kadınla evli, kaç çocuğu olduğunu sormuş? Adam entarisini indirirken; "Kadı Efendi, ben kervan sahibi tüccarım, haremimde dokuz nikâhlı hatunum, bunlardan doğma 46 adet çocuğum var!" deyince, Kadı Efendi afallamış, düşünceli bir şekilde ensesini kaşırken, zabıt kâtibine de; "Yaz oğlum; El Abbas adlı vatandaşımız, dokuz hatunundan 46 çocuk peydahlarken, don giymeye fırsat bulamadığı için, bu don giyme mecburiyetinden affına karar verilmiştir!" deyip, El Abbas'ı affetmiş...

--"Nüfus Planlaması" konusunun halka anlatılması için, sağlık ekipleri 1960'lı yıllarda yurdun her yerinde toplantılar düzenliyorlardı... Kadınlara kadın, erkeklere de erkek görevliler bilgiler veriyor, özellikle köylerde bu toplantılara katılmaları da mecburiydi!..

Bizim köye gelen erkek görevli, çocuk yapılmaması için; takvim, hap kullanma, kısırlaştırma metotlarını anlattıktan sonra; "Bilimde ayıp yoktur ama arkadaşlar" diyerek, 'Geri Çekme' metodunu bir güzel anlatmış... Bu işe kafası pek sarmayan 'Abdullahların Süleyman' adlı köylümüz kalkıp itiraz etmiş ve sağlık görevlisine; "Efendi, efendi!.. Bu işi yaparken, o en kritik zamanda benim geri çekilmem söz konusu olamaz! O anda benim belimden bağlayıp, sekiz öküzle bile geri çekseniz, beni hatundan ayıramazsınız, ben bu metodu hiç beğenmedim arkadaş!" demiş, herkes gülmekten yerlere yatarken, görevli çıkıp gitmiş, bir daha da geri gelmemiş...

--Bir gün Nasrettin Hoca ve eşiyle misafirliğe giderken, kapıyı kilitlemeyi unutmuş... Döndüklerinde hırsızın her şeylerini çalıp götürdüğünü görünce, başlamışlar feryat-figan etmeye... Eve toplanan bütün komşular, bu işin sebebi ve kabahatlisi olarak, saatlerce hep Hoca'yı suçlayınca, Hoca kızıp; "Yeter ama be komşular, bütün kabahati bana yüklediniz, Allahaşkına bu hırsızın hiç mi suçu yok yahu!?" diye itiraz etmiş...

Şimdi de ben sorayım; bu üç fıkraya sadece güldünüz mü? Burada hiç 'durumdan vazife çıkaracak' bir mevzu, bir tavsiye, bir düşünce yok mu?                    Sakin KOŞAR...

YAZARIN DİĞER YAZILARI