“Yağdı Yağmur, Çaktı Şimşek…”


Dünyadaki insanların bazıları “Yağmur” denilen tabiat olayını sever, bazıları da sevmezler…  Yağmuru genelde seven kesim çiftçiler, bir miktar da şair ruhlu olanlardır… Bizim ülkemizde ‘Tembel İnsana’ pek rastlanmaz ama, tembel ruhlu olanlar da yağmuru pek severler… Tuzu kuru, sürekli gezme ve eğlenme sevdasında olanlardan, ben hiç yağmuru sevenini pek görmedim!.. Onların en sevdikleri günler, hep açık havalı-güneşli ortamlardır…

Bugün 15 Mart 2019 Cuma sabahı… Dışarıda yine yağmur yağıyor, ortalıktan el-ayak çekilmiş, kuşlar ağaçların alt dallarında tünüyor, mahallemizin kedi-köpekleri de, yine her zamanki gibi yol kenarında park etmiş araçların altlarında mevzilenmiş, gözleri apartmanların mutfak pencerelerine dönük vaziyette, yağmurun geçmesini bekliyorlar… Sokaklarda hiçbir çocuk ve kavga sesleri yok… Ben yine evde hapis kaldım, çok uzak olan tembelhanemize gitmek için yağmurun kesilmesini bekliyor, arada bir bilgisayarımı hatırlayıp, yazı yazmaya oturuyorum…

Önceleri köyümde yaşarken, yağmurlu günlerde terzi dükkânlarında, ayakkabı tamircileri ve berberlerde vakit geçirirken, arada bir duygulanıp da yağmurla ilgili ‘Kafiyeli’ sözler sarf edenlere, aynı kafiyeli sözlerle ayakkabıcı Nail Yüksel ağabeyimiz lâfı çakıverirdi: “Yağdı yağmur, çaktı şimşek/ Sen de mi şair oldun eşşoğlueşşek!..” der, onların şairlik ruhlarını çökertiverirdi…

Böyle yağmurlu günlerde, o dükkânlarda yapılan sohbetlerin ilki ‘askerlik anıları’ ile başlardı… Daha sonra görülen ve öldürülen yılanlara sıra gelir, bir miktar hastalık sohbeti sonrasında da, kızlara yazılan mektuplar, sohbetlerin son konusu olurdu… Nerede o günlerde bugünlerdeki gibi kızlarla görüşmek, konuşmak, gezmek ve… işte falan!.. Herkes birbirine karşıdan bakar, kaş-göz işareti, bazen ayna filân tutmak, ilgiden emin olununca da, sadece karşılıklı mektuplar yazılırdı… Bugünkü cep telefonu mesajları gibi, o mektuplar da ailesi tarafından bir ele geçirilirse, “yandı gülüm keten helva” olurdu…

Bazı kız ve erkekler, yıllarca mektuplaştığı o sevgilileri yerine, ileride başka kişilerle evlenince, sandık diplerinde unuttukları bu mektuplar yüzünden, kaç evliliğin yıkıldığını biliyor musunuz? Bu mektupların kiminde el-parmak şekilleri, kiminde maniler, kiminde de aşk kokan, ama edebiyat değeri beş para etmez şiirler de bulunurdu… Genelde son bölümde şu ifade yer alırdı: “Kestane kebap/ Acele cevap!..”

Böyle tutucu bir ailenin yeni evlenmiş oğlu askere gider… Çocuğu olup-olmadığını çok merak eder, bunu sormaya çekindiği için de babasına yazdığı mektupta şöyle bir dörtlük uydurur: “Yürü mektubum yürü/ Düşü hayra yor da gel/ Bir iken iki olduk/ Üç olduk mu sor da gel!..” Babası da çakal adammış ve oğlunun meramını hemen anlamış ve ona şu dörtlüğü göndermiş: “Mektubun iyi mektup? Böyle mektup yine yaz/ Tarlan ürün vermedi, izinli gel de yine kaz!..”

Biliyorsunuz, “Bulutsuzluk Özlemi” diye bir müzik gurubumuz bile var… Nedir bunun anlamı? Bu özlem, güneşli günler özlemidir!.. İyi ama, bu dünyanın yağmura da, güneşe de, buluta da, şimşeğe de ihtiyacı var!.. İnsanlarımız bu yüzden kız çocuklarına Yağmur, Su, Venüs (Aphrodite), Ay, Yıldız, Güneş isimlerini koyarken; erkek çocuklarına da Bulut, Yıldırım, Şimşek isimlerini koymaktadırlar…

Siz bana bakmayın, bugün yağmur yüzünden evden çıkamadım ya, benim de yağmuru sevmediğimi, bu saçma yazıyı ondan yazdığımı filân zannetmeyin!.. Yağmur da, güneş de, duygusallık da, aşk da, mektup da bir gün hepimize lâzım…       Sakin KOŞAR…      

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI