MUĞLALI OLMAK AYRICALIKTIR !?

MUĞLALI  OLMAK  AYRICALIKTIR !?

Güzel Muğla'mızda peş peşe çekilen TV dizileri, tüm ülke sathında reyting rekorları kırmaya başlayınca, insan yapımızın ve 'dilimizin' ne kadar kabul gördüğünü iyice anladık!.. 13 İlçemizde bile konuşma dilimizde bazı değişiklikler olsa da, bazılarını biz bile anlamakta güçlük çeksek de, Muğlalı olmak, 'Moolalıca' konuşmak bir ayrıcalıktır!..

Bunu neden yazıyorum: 1963-1964 eğitim-öğretim yılında 'iki yazılı, bir de sözlü sınavı' kazanarak 'Isparta-Gönen İlköğretmen Okulu' yatılı bölümüne girince, okuldaki 850 yatılı öğrenciden, 415 tanesinin sırf 'Fethiyeli' olduğunu görmüş, çok şaşırmıştık!.. Sınıfta iki Fethiyeli hararetle konuşuyorlardı: İsmail Başoğlu soruyordu; "Top hangırda voynk?" diye... Nihat Tanır işaret ediyordu; "Höngürde ya, höngürde voynk!.." diyor, bizler de aval aval ne dedklerini anlamaya çalışıyorduk... Meğerse İsmail; "Top hani nerede?" diye soruyor, Nihat da; "Aha işte orada!" diyormuş...

Marmarisli arkadaşım Salih Okter ile Gönen içine alışverişe gitmiştik, yol kenarındaki bir köpeği bana gösterip; "Cımıcık köpek sıkanayı sıkanayı, sıçamayı!.." demiş, ben bunu da anlayamamıştım... Meğerse; "Küçücük köpek sıkınıyor, kakasını yapamıyor" demek istemişmiş...

Bizler Akdeniz iklimi insanı olduğumuz için, biraz rahatızdır, canımızı biraz sıkıp da, Türkçe isim ve sözcükleri tam olarak söylemeyiz!.. Örneğin bizler; "Mustafa" ismini, kolayca 'Mısdıva' der geçeriz... "Ayşe'ye, Aşa... Fatma'ya, Hatma... Muhammed'e, Mammed... Hatice'ye, Hacce... Mehmet'e, Memed... Ahmet'e, Amad... Bozüyük'e, Bözük..." der geçiveririz... Heceleri tam ağzımızdan çıkarmak için bile, biraz canımızı mı sıkalım yani?

Okulumuzdan mezun olana kadar 6 yıl Müdürlüğümüzü yapan Afyon'un tam ortasındaki 'Şuhut İlçesi'nden olan, iri-yarı merhum 'Mehmet Kahvecioğlu' ; nam-ı diğer "Gök Memet!" desen, ayrı bir âlemdi... Tıpkı yürüyüşü gibi, konuşması da ağır ağırdı, kızdığı zaman söyledikleri daha da ağırdı!.. Kızdığına ilk söylediği söz; "Teres!" olurdu... Tatile çıkacağımız günlerde kürsüye çıkar; "Yarın SABAHDANDAN itibaren izinlisiniz!" derdi... O fazladan (-dan) eki niye söylenirdi, 6 yıl boyunca hiç anlayamadık, korkumuzdan da soramadık?

Isparta'nın Yalvaç köylerinden bir Arif arkadaşımız vardı, her gün kahvaltıya geç kalır, masada ne kahvaltı, ne de çay kalır, her gün istisnasız olarak gözlerini ova ova ağlar; "Ben çay yeyeceydimmm, ben çay yeyeceydimmm!" diyerek ağlardı... Biz kendisine kaç defa; "Yahu Arif çay yenmez, içilir" desek de, o yine ertesi günü aynı şekilde ağlardı... Neyse... Her yerin şivesi başka, belki Anadolumuzun dil zenginliği de buradan geliyordu, ne bileyim ben?

İşte görüyorsunuz, bunların içinde en güzel şive, bizim 'Mooğlaca' değil mi Allahaşkına!? Zati nereye gitseniz, sandalyede oturuşundan bile bizim Muğlalıları tanırsınız!.. Çünkü biz, bir tane altımızda, bir tane önümüzde, iki tane de yan taraflarımızda-koltuk altlarımızda olmak üzere, en az 'dört tane' sandalyede otururuz!.. Rahatımıza pek düşkünüzdür yani...

Ehh, bugün de gazetedeki arsamızın sonuna geldik... Bugün de yazımızı üstat Orhan Veli'nin 1938'de yazdığı "Ali Rıza ile Ahmed'in Hikâyesi" adlı şiiriyle veda edelim, şairimizin ne düşündüğü, ne demek istediği üzerinde hep beraber biraz kafa yoralım bakalım:

"Ne tuhaftır Ali Rıza ile/ Ahmed'in hikâyesi/ Birisi köyde oturur/ Birisi şehirde/ Ve her sabah/ Şehirdeki köye gider/ Köydeki şehire..."               Sakin KOŞAR...

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI