KARPIZ DAHA ERMEMİŞMİŞ DEYE MAHANA BULASIM GELİYOR

 

KARPIZ DAHA ERMEMİŞMİŞ DEYE MAHANA BULASIM GELİYOR

 

Yıllarca kâh yolcu karşıladık, kâh yolcu uğurladık. Gün geldi palas niteliği ve niceliği olmasa da, otelden bir geceliğine misafir için yer ayırttık. Zaman zaman kahvesinde bir şeyler içtik. Aylar ve yıllar geçti. Bir gün garaj yıkılacakmış, duyumu ile şaşırdık. Şehrin sakinleri, yerel ağızla sorup: "Neden, yıkıyolarıkım?" diye merak etmeye başladı. Ahali birbirine: "Eyi güzee de, yenisi nereye yapılıyorumuş acaba?" sorusunu da soruyor, yanıtını öğrenmek istiyordu. Ama konu devlet sırrı gibi gizlendiğinden, yenisinin nerede yapılacağı hakkında hiç kimsenin bilgisi yoktu(!) Epey bir süre sonra, halen belediye araç ve gereçlerinin park edildiği, Ticaret Odası karşısındaki boş alanda inşaat başlayınca öğrendik ki, o çalışma yeni yapılacak garaj inşaatıymış. Sorular sorulmaya: "Bundan soona, taa oreye mi, gidcez gelcez gaari?" gibi eleştirel sorular yöneltilip cevaplarının alınmak istenmesi sürdürülüyordu. 

Zemini öğrendik, oh be dedik rahatladık, çıbanı delinmişe döndük, yüreğimizin şişi iniverdi. Rahatlamakta haklıydık! Neden? Yıllar önce, elde bavul evden yürüme mesafesindeki, Kocahan'a taşınırken, sonra yeni yapılacak garaja: "Naha gidilip gelineceğini düşünmeye başlamıştık!" Düşünmenin geçinmeye faydası hiç olmadı, sonuçta gidildi gelindi.  Dünya dönüyor, yıllar yine sular seller gibi geçip gidiyordu.

Yolcu karşılayıp uğurladığımız, otelinden yer ayırttığımız garajında yıkılacağını duyunca, tepkimizi: "Ha bakam gaari. Hindi nereyi gidilip geliniyoru?" diye başladı. Yürüyüş mesafesinin uzayacağını düşünmemiz: "Gışdı gıyamedde naha gidili gelini bakam. Bundan soona işimiz acık zor gaari?" Diye yakınmamıza, koca tasalara düşmemize neden oluyordu. "Oturuyorlaa kalkıyorlaa hedi bi dene garaj yapam, deyolaa! Bu naha işdii bööle, biliman" diye devam ediyordu. Oysa biz tenkitlerimizi sürdürürken, belediye Ticaret Odası karşısındaki garaj inşaatını bitirmiş, adı bile değişmiş: -Otogar- olmuştu!

Tanım öset dikkatimizi çekti, "Bayılıgoduk. Bak gaari sen. Yaaşanırkan, yaşanırkan bi dene otogarımız oldu." Demeye başladık. Hani ailenin torunu olmuş gibi pek sevindik" tanım, yeni bayram pabucu gibi yeni olunca: "Otogar'ımız pek güze olmuş, hayırlı uğurlu oluu işallah." Diye sevindiğimizi gösterdik. Ama memnuniyetimizi gizledik. Çünkü belediyeciler: "Hani oturup kalkıyorlar, hadi garaj yapalım diyorlar" diye eleştiriyordunuz, ne oluverdi?" dediklerimizi, eleştirilerimizi yaladığımızı görmekten memnun olduklarını fark ediyorduk. Belediyeci "Bööle deese, biz altda mı galcez?" bizde: "Eyi olmuş, memlikete, millete hayırlı uğurlu osun" demekten geri kalmadık.

Gar tanımı biraz tuhaf, fakat telaffuzu kulağa hoş geliyordu. "Gar" sözcüğünden yerel ağız için birçok kelime türetilebiliyordu. Örneğin: Gargarması- GarıMoğla, Garıdağ- Garıçayır- ve buna benzer diğerleri. "Gar" sözcüğü, hoşumuza gider gibi oldu. Neden derseniz: "-Vallaa bilimeecen, söölümesi pek güzee oluyoruda undan" Her ne ise! Otogar'la ev arası yürüyüş için uzun bir mesafeydi, ama sağlık açısından faydalı denilmeye başlandı.

Daha sonra yeni bir alışkanlık edinildi, otomobille gidip gelinmeye başlandı, taksi çağırmak ve binip gitmek bizler için farklı bir yaşam tarzıydı. Neden derseniz: "Filmlerdeki gibi çok güzee oluyordun" Ancak taksi ile otogar'a gitmeyi yerli ahali -Gökgörmedik-lik kabul ettiğinden, taksi çağırma işini, büyük şehirlere özgü bir tasarruf olarak düşünürdük. Yapımadığımızdan ötürü hevesimiz kursağımızda kalırdı.

Mahalle baskısı, düşman baskısı gibidir. Taksiyi çağırıp binsek, giderken: "Görennee ne depduru acaba? Ayranı yok içmeye" depdurumukum?" diye dertlenir çağırmazdık. Zaten o alışkanlık henüz yerli yerine oturmamıştı. Ancak taksiyi binip gidenleri gördüğümüzde: "Ne güzee, biyoncuk bizdi minsek, çok güze oluu." deyip özlemini çekiyor, taksiye ve içindeki yolcusuna melul melul bakıyorduk, ama bu arada kuyruğuda dik tutuyorduk.

Zaman yine hızla gelip geçti. Kocahan'dan sonra taşındığımız eski garaj yıkıldı, o zemin kepçelerle kazılmaya başlanmadan önce, dedi kodusu hemen başladı, yerel ağızla: "Belediye boreye, apartıman dikip satcemiş" deniyor, ama fısıltı gazetesi yeni baskıları ile yeni asparagas haberleri yaymaya devam ediyor ve herkesin duymasını sağlıyordu.  İşin aslını iyice öğrenmeden: "De gidi de, bak sen huna! Garaj, yapmeye alışdılardın, hindi apartıman yapıp satıyorlarımış De gidi güzee Allahım de!" yakınmaları çoktaan başlamıştı. Bu velvele epey sürdü. Zeminde neyin yapılması gerektiği konusunda fikirler havada uçuşuyordu: Bu zeminin meydan olması düşüncesini ilk ileri sürenlerden ve paylaşanlardan biriydim, çünkü şehir içinde avuç içi kadar yerler bizim için meydandı! O küçücük zeminlere "Meydan" demek adı var kendi yok gibi bir şeydi, ama başkada çare yoktu. Onun için genişçe bir meydana ihtiyacımız vardı. Bu fikrimi, köşemden, iki benzer içerik ve aynı amaca yönelik yazı ile paylaştım.

Gelelim günümüze. Meydan sorunumuz biraz halloldu, ama şimdi de üzerinde koşturacak At gerekliydi. At olmadan, meydanların nitelikleri ve nicelikleri tam anlamı ile değerlendirilemiyor, yerli yerine oturmuyordu. Bizim meydanımız o atasözüne çok uyuyordu. Hani: "At bulunur, meydan bulunmaz meydan bulunur, at bulunmaz!" gibi.  

Örneğin: Meydanımızda Yaz Güneş'inde oturulacak, hanım şemsiyesi kadar bir yer yoktu. Meydan dediysek, Güneş'in cavcav sıcağında yurttaşın oturup dinleneceği mobil gölgelikler yapılamaz mıydı? Yoksa uygun mu olmazdı, bilmiyorum? Örneğin: Meydana gerektiğinde sökülüp monte edilebilecek; -Veranda veya Pergole veya Kamelya- gibi bir şeyler koymak uygun düşmez miydi acaba? acayip mi olurdu, bilmiyorum? Bizim meydanımızın nevi, şartlarımızın elverdiği biçimdeki bir meydandı. Üzerinde bir şeyler yapılıp halkın istifadesine sunulmalıydı! Yani meydan deyip boş durması, imkandan yararlanma ilkesine ters düşüyordu.   

Meydan dediysek, ot bitmeyen tarla gibi, cascavlak beton zemin, görüntüsü de olabildiğince çirkin, hatta benim için resmi ayıp! Aslında: Kiremitsiz çatı! Alttaki mekânlar için bildiğimiz dam, toprak damın beton versiyonu. Bir eksiği: "Yugu taşı" Oysa yurttaş için; dinlenmeye, gazete okumaya ve sohbet etmeye yarayan, düzenlemeler yapılıp, gölgeli bir hale getirilseydi, tadından yenmez, harika olurdu! Bendeniz bu noktada Belediye yönetimi ile alanı -Kabak Karpuzu- kesip, misafirlere: "Yörün baken, buyrun, karpuzdan alın! Diyen ev sahibinin çocuklarına benzettiğim proje teknik kadrosunu önce selamlıyor, sonra kamuoyu adına: "Karpız daha ermemişmiş, diye mahana bulasım" geliyor.      

YAZARIN DİĞER YAZILARI