ÇÖZÜMÜ BEYİNDE


Hangimiz acılar ve sıkıntılar çekmedik ki? Kimimiz ev araba, giysi, alamadığımız için, kimimiz sevdiğimize kavuşamadığımız, kimimiz terk edilmişlik yaşadığımız için üzüldük, sıkıldık, acılar çektik. Sık sık derin nefes alarak sıkıntımızı dışarıya boşaltmaya çalıştık. Kimimiz aşk ateşinde yandık. Kimimiz terk edildiğimiz için acılar çemberinin cenderesinde uyur-gezer gibi olduk. Hatta kimimiz karasevdaya tutulduk. Yani sevdanın karasına battık. İçimizde ateşten bir top dönüp durdu. Döndükçe de değdiği yerleri yakıp kavurdu sanki. Kendimizi yedik bitirdik. Sürekli boğulur gibi olduk.

Tüm bunların çaresi var mı? Bir reçetesi yazılmış mı?

Bunların bir kısmı zaman içinde ve çalışarak ulaşılabilecek cinstendir. Gönül işleriyle ilgili olanların ise çaresi yoktur. Bunun reçetesini yazacak doktor da çıkmamıştır. Bu konuda en önemli halk edebiyatı ürünü Arap ve Fars toplumlarının malı olan Leyla ile Mecnun öyküsüdür. Bizde de Ferhat ile Şirin, Âşık Garip, Kerem ile Aslı öyküleri böyledir. İnsanoğlu, hep ulaşamadığını gözünde büyütmüş, bunu çoğu kişi, tutkuya dönüştürmüştür. Bu türden sevdaya da karasevda denmiş.

Kişi, azla yetinmez. "Ah bir arabam olsa da tek kapılı olsa!" demiştir. Onun bir üstüne ulaşınca ondan bıkıp daha üstünü istemiş; böylelikle ulaşılan istekler, önemini yitirmiş, yeni istekler peşinden koşmuştur. Ulaşılan nokta, çekiciliğini yitirmiştir.

Yine şu kadar param olsa diye tutturmuş, ona kavuşunca da daha çoğunu istemiştir. Hatta birçok kişi, fare gibi mal, mülk ve para biriktirmeyi bir tutkuya dönüştürmüştür. Ulaştığı her şey, sıradanlaşmış, önemini yitirip daha fazlasını ister olmuştur.

Bu tutkuya dönüştürdüğümüz ve bizi sarsan, ince hastalığa yakalanmamıza yol açan ve akıl hastası yapan çıkmaz yoldan dönüşümüz mümkün mü? Mümkün. Nasıl mı?

İnsanlardaki tutkuya giden yoldaki tüm olumsuzlukların kaynağı ben duygusundan, kendimizi büyük beklentilere koşullandırmamızdan ve duygularımızı aklımızın önüne koymamızdan kaynaklanmaktadır. Nefsimizin peşine düşersek, her şeyi duygularımızın bizi yönlendirmesine göre yaşamaya başlarsak, acı, sıkıntı, mutsuzluk ve tatminsizlik kaçınılmaz olur. Demek oluyor ki kafamızı kullanmayı bir yana bırakıp da istek ve duygularımızı ön plana alırsak, bu olumsuzluklardan kurtulabilmemiz mümkün olamaz. Birisi bizi terk ettiyse bunu onur sorunu yapıp kafamızda olayı büyüterek yanlışlıklar kurgularız. Kendimizi yiyip bitiririz hiç yoktan. Oysa "Canı cehenneme, beni terk edeni ben de istemem." diyerek o kişinin kötü yanlarını gözümüzün önüne getirip kendimizi ondan soğutucu yönde irademizi kullanarak önemsizleştirmeye ve unutmaya çalışabilirsek fazla yara almadan kurtuluruz. Sahip olamadıklarımızla yerineceğimize, sahip olduklarımızla sevinmeyi, onlardan mutluluk çıkartmayı irademizle ve aklımızla başarabilmeyi öğrenebilirsek bir ayrılık acısını fazla yıpratıcı yaşamadan zararsız biçimde atlatmamız mümkündür.

Bir aşk yaşadık diyelim; ya kavuşamadık ya da karşılık bulamadık. Eğer bunu gözümüzde ve gönlümüzde sürekli büyüterek, bir onur sorunu yaparak kendimizi kurgularsak, her geçen gün içimizdeki ateş güçlenir, çoğalır. Günden güne eririz; kısa sürede yaşlanmış gibi oluruz Bu ateş, bizi yemeden-içmeden uzaklaştırırsa yolun sonu ya sanatoryumdur; ya da akıl hastalıkları hastanesidir çoğunlukla.

Her durumda aklımızı duygularımızın önüne koymak, kendimizi güçlü olmaya zorlamak ve irademizi bu yolda kullanmak zorundayız. Böylesi sıkıntı yaratacak durumlarda aklımıza ve irademize başvurmak, en doğru yoldur. Çünkü her şey beyinde başlar beyinde biter. Yani çözüm beyindedir. 11.12.2019 (Nuri Çelik)

YAZARIN DİĞER YAZILARI