Bugünkü konumuza yaşanmış bir fıkrayla girelim de, meramımız daha iyi anlaşılsın bari...
---Boyu 1.60 cm. dolayında olan hırsız, gece vakti lüks bir eve ziynet eşyası çalmak için girer... Tam salondan yatak odasına doğru sessizce yürürken, büyük bir horultuyla uyuyan ev sahibinin odasının birden ışığı yanar!.. Böyle şeylere alışık olan tecrübeli hırsız, hemen yakınında bulunan bir elbise dolabının içine girip, kapıyı kapatarak sessizce oturur...
Uyanıp da su içmek için mutfağa yönelen 1.90 cm. boyundaki iriyarı adam, tam mutfağa girerken öyle sesli şekilde 'yellenir' ki; etraftaki bütün pencere camları, kapı-dolap kapıları deprem oluyor gibi zangırdar, mutfaktaki bilumum çanak-çömlek-kaşık çatallar da tıngırdar!.. Buraya kadar her şey normal; tabii ki bu ev o adamın özel evidir, kendi evinde ister yellenir, ister horlar, ister esner, isterse yatağına da işer!..
Ancak, böyle yellenenlere karşı çok duyarlı olan hırsız, bir süre ağzını-burnunu kapatıp, dudaklarını ısırsa da, sonunda aşırı 'gülme isteğine' yenik düşüp, dolap içinde kahkahalar atarak gülmeye başlar!.. İri-yarı ev sahibi işe uyanır, mutfakta ele geçirdiği yufka oklavasını kaparak dolabın başına gelir, hırsızın müsait olan tüm kemiklerini kırarak, polise teslim eder!.. Oradaki bir dakikalık gülme isteği başına dert açmış, üç aydır bir eli karyola demirine kelepçeli vaziyette bir devlet hastanesinde yatıyor, sabah-akşam üç aydır da kemik ağrılarına ağlayıp duruyormuş...
Ulan sen alt tarafı adî bir hırsızsın!.. Hayırsız bir iş için elin evine girmişsin, adam gibi işini yap ve defol git, değil mi? Senin için orada merhum 'Kemal Sunal' filmi mi oynatıyorlar, yoksa sana 'Cem Yılmaz Şovu' mu izletiyorlar, orada korkudan titremek varken, ne diye elin evinde bu kadar gülüyorsun ki!? Herkes biraz haddini bilecek!..
Hatırlayınız; geçtiğimiz aylarda da internette sık sık yayımlanan 'Sokakta Yellenen Adam' gösterileri vardı, ilk günlerde ben de bunlara çok gülmüştüm: Şapkasını ters giyip, 'yapay zekâ' marifetiyle çıkardığı "zarrtt - zurrtt" sesleriyle, bir ayağını da hafifçe kaldırarak, özellikle kadınların yoğunlukta olduğu sokaklarda yellenip, herkesi şaşkına çeviriyorlardı ya? Bu yellenme olayı, gelişmiş Batı ülkeleri insanları arasında pek sorun olmaz, arkadan kaçırılan bir miktar havaya, bir 'sağlık sorunu-rahatlama' olarak bakarlar... Hatta bazı ülkelerde toplu taşıma araçları ve kalabalık yerlerde o işi yapmak serbesttir, kimse buna aldırmaz bile!..
Ama bizim gibi 'Ataerkil ve Kapalı' toplumlarda yellenmek çok büyük ayıp ve suç olarak görülür!.. Hele bu işi aile büyükleri önünde yapmak, affedilmez bir kusur olarak görülür!.. Erkekler bir nebze hoş görülse de; hele hele bu işi kızlar veya kadınlar yaparsa, yandı gülüm keten helva!.. O toplumda artık yaşama şansı kalmadığı gibi; adı hemen 'Yelli Naciye'ye, 'Zırt- Pırt Fadime'ye çıkıverir, genç ve çok güzel bir kızcağız dahi olsa, ortalık yerde 'Pırtt' dedirdi mi, bu olay onun ömür boyu evde kalmasına bile sebep olur!.. Bazıları da yelleneyim derken, donlarına da kaçırdıkları olur, ama o işin bugünkü konumuzla bir ilgisi yok...
Peki, 'haddini bilmek' ne demektir? Türk Dil Kurumu'na göre; "Kendi değer ve yeteneğini bilmek, üstün görmemek, kendi yapabileceği şeylerin ötesine geçmemek" demektir!.. Yani herkes, nerede ve ne halt edeceğini iyi bilmeli, sınırın ötesine geçmemelidir!.. Örneğin; büyük piyango size çıktığında ağlamamalı, şehit cenazelerinde gülmemeli, devlet büyüklerimiz önünde 'anamızı ağlattınız' filân dememeli, işte çalışırken kaytarmamalı - emekli olduğunuzda çalışmamalı, evlendiğinizde 'haram uçkur' çözmemeli, duymadığınıza 'duydum'- görmediğinize 'gördüm' dememelisiniz!..
Eh, bugünkü yazımla epeyce tecrübe sahibi oldunuz değil mi? Umarım bundan sonra arsız ve hırsızlar dahil, herkes haddini bilerek davranırlar gari... Sakin KOŞAR...