Pırıl pırıl bir nisan günüydü sevgili kızım, biricik torunum Demir Diego ile "biz üç gezgingöz" Fransa'nın başkenti Paris'e vardığımızda. Kültür ve sanat şehri olan Paris, tarihi dokusunun yanında dünya çapında ünlü müzeleriyle de önemlidir. "Dünyada En Büyük Sanat Müzesi" olan Louvre Müzesi'ne sahip oluşu, pek çok turisti bu şehre çekmiştir. Louvre, benim için de ilk gençlik yıllarımdan beri ilgimi çeker, düşlerimin efsanesi olan "Mona Lisa" hayallerimi süslerdi. O yüzden Paris'te ilk hedefimiz Louvre Müzesi oldu.
Paris'in güneşli gününde, tertemiz sokaklarında ve turist kalabalığı arasında "Musee du Louvre" adlı istasyonda inmek üzere bineceğimiz metroya ulaşmak için yürüyoruz. Yol boyunca uzanan beyaza boyalı, tertemiz apartmanların aynı yükseklikte ve tek tip oluşu dikkatimi çekiyor. Bu sadelik huzur veriyor içime. Her dairenin sokağa bakan bir penceresinin önünde, oymalı siyah demirle çevrilmiş daracık bir balkon. Çok eskiden kalan bu mimari özelliğini devam ettiriyor Paris. Geçmişine, tarihine sadık kalıyor ama yeniliklerden de vazgeçmiyor.
Metrodan indiğimizde Paris'in en büyük ve en ünlü meydanı olan Concorde Meydanı, Tuileries Parkı'nın hemen sonunda kalıyor. Meydanın kenarında Sen Nehri süzülerek akıyor, turist dolu gezi tekneleri geçiyor önümüzden. Sadece Paris'in değil Fransa'nın da en öncül simgelerinden biriydi Concorde. Fransa İhtilali sonrasında, giyotinler bu meydanda kurulmuş, Kraliçe Marie Antoniette, Kral XI. Louis ve kral taraftarları kaç kişinin burada başları kesilmişti. Meydan buram buram tarih kokuyordu! Nehrin kıyısında bulunan ve Paris'in gözbebeği olan Louvre Müzesi, olanca ihtişamı ve görkemiyle bir uçtan bir uca uzanıyordu.
Louvre'un ilk inşaatı, 12. Yüzyılın sonlarına doğru uzanır. Fransa Kralı II. Filippe Aguste, Paris'i saldırılardan korumak için Sen Nehri kıyısında, bugünkü müzenin olduğu yere bir kale yaptırır. 14. Yüzyılda kale askeri önemini yitirince, kale saraya dönüştürülmeye başlanır. Uzun yıllar, "Kraliyet Sarayı" ve "Kraliyet Koleksiyonu" Dönemleri yaşanır. Kale-Saray olan Louvre'un müze olarak kapılarını halka açması 1793 (Fransız Devrimi) ile gerçekleşir. Krallık devrilince saray halkın malı ilan edilir. Louvre, resmen bir kamu müzesi olarak açılır ve günümüze kadar gelir.
"İlk Devlet Müzesi" olma özelliğini taşıyan Louvre, Tarih Öncesi Çağlar'dan 21. Yüzyıla kadar uzanan oldukça geniş bir koleksiyon yelpazesine sahip. Yaklaşık 35.000 kadar tarihi sanat eseri bulundurması ve 72.735 metre karelik bir alan kaplamasıyla Louvre, "Paris'in Merkezi" olarak adlandırılıyor. Her yıl, milyonlarca ziyaretçisi olmakla birlikte 2012 yılında 9.007 milyon ziyaretçi oranıyla dünyanın en çok ziyaret edilen" Sanat Müzesi seçilmiştir.
Louvre'un önünde uzanan devasa büyüklükteki meydanda yüzlerce gezgin, biletlerini alabilmek için sıraya girmişti. Biletlerimizi önceden almanın mutluluğunu yaşadık. Saat 10.30'a geldiğinde, aynı saatte randevusu olan gezginlerin alındığı kapıdan içeriye giriyoruz. "Dünyanın En Büyük Sanat Müzesi" içindeyiz! Müzedeki eserlerin çeşitliliği nedeniyle Louvre Müzesi; Sully, Richelieu ve Denon isminde üç ayrı kanata ayrılıyor ve farklı kültürlerin yerleştirildiği sekiz bölümden oluşuyor. Bunlar: Yakın Doğu Eserleri, Mısır Eski Eserleri, Yunan-Etriks ve Roma Eserleri, İslam Sanatı, Heykel Bölümü, Dekoratif Sanatlar, Resim Bölümü ve bağımsız bir bölüm olan Grafik Sanatları olarak sıralanır. Şimdi sizinle dünyanın en önemli Tarihi Sanat Koleksiyonu'na sahip olan Louvre'u gezmek üzere bir yolculuğa çıkıyoruz. Müzedeki eserleri birbirinden ayırt etmek mümkün olmasa da özellikle en çok ziyaret edilen eserlerin peşine düşüyoruz.
LOUVRE'UN BÜYÜLEYİCİ DÜNYASI
Dünya çapında ünlü ressamların şaheser tablolarının bulunduğu devasa büyüklükteki bir salondayız. Etrafımızda çevreyi hayranlıkla gezen, fotoğraflar çeken pek çok turist. Şaheser tabloları hayranlıkla izliyoruz. İşte, müzenin en ünlü tablolarından olan, Ressam Delacroix'in yaptığı "Özgürlük Halka Yol Gösteriyor" adlı tablo karşımızda! Eser, 27-29 1830'daki üç gün süren Temmuz Devrimi'nde halkın, Kral X. Charles'in baskıcı yönetimine karşı ayaklanışını ve üç gün süren savaşlarıyla monarşiyi devirdiklerini anlatıyor. Tablodaki göğsü açık, ayakları çıplak, elinde Fransız bayrağı taşıyan kadın figürü "Özgürlük"ün simgesi, aynı zamanda Fransız Devrimi'nin "özgürlük, eşitlik, kardeşlik" ideallerini temsil ediyor.
"Büyük Napolyon'un Taç Giyme Töreni" adlı tablo, devasa boyutlarıyla çok etkileyiciydi. Tabloda Napolyon'un kendisini "İmparator" ilan etmesiyle 1804'te Notre Dame
Katedrali'nde gerçekleşen "Taç Giyme Töreni" betimlenmişti. Ressam Jacques-Louis David, 1805-1807 yılları arasında yaptığı eseriyle 1. Napolyon'un bu anını ölümsüzleştirmiş.
Mona Lisa: Bir Rönesans Efsanesi
Müzenin 1. Katındaki salonlar arasında dolaşırken, içinde Mona Lisa'nın bulunduğu 711 Numaralı Louvre'un en kalabalık salonundayız. Leonardo da Vinci'nin 1503-1506 yılları arasında yaptığı ve ilk gençlik yıllarımdan beri hayallerimi süsleyen Mona Lisa, o eşsiz gülümsemesiyle bana bakıyordu! Karşıdan hayranlıkla izledim onu. Önümüzde çok kalabalık bir turist grubu vardı. Tam bir milyar doları aşan değeriyle Mona Lisa, Louvre Müzesi'ndeki Rönesans Dönemi'ne ait eserlerin en kıymetlisiydi. Salonun diğer duvarlarında, birçok şaheser tablo aynı duvarda sıralanmışken, Mona Lisa'nın tablosunun bulunduğu duvar, sadece ona verilmişti. Kalabalıkta bir yol bulup öne doğru geçtim ama istesem de ona yaklaşamazdım. Tablonun önü ve yanları geniş bir korunakla kaplıydı ve Mona Lisa kurşungeçirmez bir camın içindeydi.
Leonardo da Vinci, 15. Ve 16. Yüzyıl "Resim Sanatı"nı temsil eden bu tabloyu, Lisa isimli bir kadına bakarak yapmış. Tablodaki o çekici ve gizemli gülüşü sağlayabilmek, modelin yüz ifadesini canlı tutmak için müzisyen ve ozanlar çalıştırmış.
Onca büyüklükte tablolar görmüşken Fransızların La Joconde dedikleri tablonun 77x53 cm. gibi küçük boyutlarda oluşu beni şaşırtsa da Leonardo bu tabloyu yaparken sfumato tekniği (renklerin yumuşak geçişlerle karışması) kullanmış. O yüzden Mona Lisa'nın yüzündeki gizemli ifade ve hafif gülümsemesi tabloyu özel kılıyor. Tablo, 1911 yılında müzeden çalınmış ve iki yıl bulunamamış. Tabloyu çalan cam işçisi, iki yıl sonra İtalya'da satarken yakalanmış. Böylece 20. Yüzyılda Mona Lisa tablosu dünya çapında meşhur olur.
Dünyanın en ünlü tablosu olan Mona Lisa'ya veda ederek salondan ayrıldım.
Zafer Tanrıçası Nike: Antik Yunan Mitolojisi'nde MÖ 190 yılına ait "Zafer Tanrıçası Nike"in heykeli, Louvre'un merdiven başında ziyaretçilerini karşılıyordu. Zaferin kişileşmiş hali olan Tanrıça Nike, burada bir gemi pruvası üzerinde durur şekilde tasarlanmış. Rüzgârda dalgalanan giysileri ve kanatlarıyla sanki denizden yeni geliyormuş ve bir zafer müjdesi verecek gibiydi. Heykelin başı ve kolları günümüze ulaşamamıştı. Arkeologlar, elinin birinde "Zafer Çelengi" ya da trompet (zaferi müjdelemek için) tutmuş olabileceğini düşünüyorlar. Bu eseri yapan heykeltıraşın adı belli değildi. Heykeltıraşın başka yerlerde de "Nike" heykelleri bulunmuş olsa da en ünlüsü Louvre Müzesi'ndeki "Samothrake (Semadirek) Nike'i" heykelidir.
Milo'nun Venüs'ü: Antik Yunan Sanatı'nda "Aşk ve Güzellik Tanrıçası" Afrodit'i temsil eden çok ünlü bir mermer heykelin karşısındayız. Heykel, Yunanistan'ın Milo Adası'nda bulunduğu için"Milo'nun Venüs'ü -Afrodit'i" adı verilmiş. Heykeltıraşı kesin olarak bilinmeyen ve 203 cm. yüksekliğindeki bu zarif heykeli hayranlıkla izliyorum. Heykelin tamamlanmayan eksik kolları, esere dramatik bir hava veriyor, izleyenin hayal gücünü arttırıyordu. Vücut ölçüleri, duruşundaki hareket duygusu ve zarif ifadesiyle ideal kadın bedeninin yansıtıyordu. M Ö 2. Binyılda yapılmış olmasına rağmen Antik Yunan Sanatı'nın güzellik anlayışına ve başarısına hayran olmamak mümkün mü?
Eserin 1820 yılında keşfedilmesinden sonra Louvre'da sergilenmeye başlaması heykeli, "Uluslararası Sanat Simgesi" haline getirmiş. Mona Lisa gibi adeta bir "Marka Eser" olmuş.
Av Tanrıçası Diana: Louvre Müzesi'nin büyük ve görkemli salonunda Roma Dönemi'ne ait başka büyük mermer heykeller de vardı ama Av Tanrıçası Diana, zarafetiyle çok ünlü bir heykeldi. Bakire tanrıçalardan biri olan Diana, burada av sahnesindeydi. Hareket ve canlılık vardı heykelde. Diana başını sağa dönüp okuna uzanırken, sol yanındaki geyik figürü onun Av Tanrıçası kimliğini vurguluyordu. Zarif yüz hatları ve vücudunun ince oranıyla klasik güzellik idealini vurguluyordu. Av Tanrıçası olmasının yanında, kadınlığın özgür, güçlü ve doğayla bütünleşmiş hali olarak da algılanıyordu. Bu eser, aslında Roma Dönemi'nde M.S 1. ve 2. Yüzyılda yapılmış bir Roma kopyasıydı. Orijinali Yunan Heykeltıraş Leokhares'e ithaf ediliyor ve MÖ 4. Yüzyıla uzanıyor.
Büyük Tanis Sfenksi: Louvre'daki Mısır eserlerine geçmeden önce, Mısır Antikaları Bölümü'nün girişinde, oldukça geniş ve yüksek tavanlı bir salonun tam ortasında Büyük Tanis Sfenksi, tek başına ziyaretçilerini karşılıyordu. Kökeni Antik Mısır'a dayanan ve mitolojik bir varlık olan sfenks, aslan gövdesi ile insan başını birleştiren bir heykeldi. Sanat Tarihi'nde bu tip heykellere "sfenks" deniliyor. Sfenksteki aslan, gücü ve koruyuculuğu, firavun başı ise bilgeliği ve kraliyet otoritesini simgeliyor.
Büyük Tanis Sfenksi, 1825'te Mısır'ın Tanis şehrinde keşfedilmiş. Tarihi ise MÖ 2600-2900 olarak biliniyor. Uzunluğu 6 metre, yüksekliği 18 metre, ağırlığı 20 tonu bulan ve kırmızımsı bir granit bloktan yontulmuş devasa büyüklükteki bu esere hayranlıkla baktım. Ona bakarken binlerce yıl öncesi yapılmış böylesine büyük bir taş heykel, nasıl oldu da hiç bozulmadan bugüne kadar sağlam kaldı, diye düşündüm. Bu heykel, sadece Arkeolojik değil, antik dünyanın büyüsüne açılan kapıydı.
Hamurabi Kanunları: Louvre'daki eşsiz eserler arasında gezinirken, okullarda Tarih dersinde öğrendiğimiz "Hamurabi Kanunları" nın orijinal taş steli karşımızdaydı işte! İki metreyi aşan boyutuyla MÖ 18. Yüzyıla dayanan bu eser, Mezopotamya uygarlıklarına ait olup Babil İmparatorluğu döneminde ortaya çıkarılmış. İnsanlık tarihinin bilinen en eski ve en kapsamlı yazılı kanunlarından biriydi. 282 maddeden oluşan bu kanunlar, bazalt taş üzerine çivi yazısıyla yazılmıştı. Burada amaç adaleti sağlamak, güçlülerin zayıfları ezmesini önlemekti. Bu kanunlar, Mezopotamya hukuk mirasının zirvesi sayılıyor.
***
Louvre Müzesi'nde 13. Yüzyıl ve 19. Yüzyıl arasında değişen 7.500'den fazla tablo vardı.
Bu tabloların 3'te ikisi Fransız ressamlara, 1.200'den fazlası da Kuzey Avrupalı Ressamlara aitti. En ünlü tablolar da Raphael, Micelangelo ve Leonarda da Vinci'ye aitti. Bunların hepsini gezip görebilmek için en az beş gün gezip dolaşmak gerekiyor.
Müze o kadar büyüktü ki çıkış kapısına gelene kadar çok yol kat ettik. Dışarı çıktığımızda Louvre Piramidi karşıladı bizi. 20m. Yüksekliğindeki bu piramit, güneş ışığının zemin kata ulaşabilmesi için camdan tasarımla 1989 yılında Çinli Mimar I.M.Pei tarafından yapılan modern Paris'in simgelerinden biriydi ve Louvre Müzesi'ne eklenen son ek kısımdı.
***
Dünya çapında en ünlü ve en büyük müze olarak bilinen Louvre Müzesi'nden çıktığımızda ışıklı güneşiyle Concorde Meydanı karşıladı bizi. Yorgunduk ama çok mutluyduk. Müzenin koridorlarında yürürken bir tabloya, bir heykele bakmazsınız yalnızca; insanlığın hayallerine dokunursunuz. Louvre, işte bu yüzden bir bina değil, bir yolculuktur. Sanatın, tarihin ve insan ruhunun sonsuzluğa açılan penceresidir. Paris'e giden herkese bu ünlü müzeyi mutlaka gezip görmelerini öneriyorum.
Eğitmen-Yazar
Firdevs TUNÇAY