- Ateş adasına gidiyoruz.
"Ateş adası" sözü ona geçmişini anımsatmıştı. Ateş Suyu, Ateş Adası.
Mandi:
- Şaşırdın mı, dedi.
Mori, şaşırdım, demek istemedi. Kekeledi.
- Yook! Yok yok!
Mandi'nin başka bir soru sormasına izin vermemek için;
- Uzak mı, diye sordu.
- Biraz uzak; ama merak etme. Hermiyas ve Tike ile birlikte gideceğiz.
Mori, bir kez daha şaşırmıştı.
- Biz Tike kadar hızlı yüzemeyiz ki, dedi.
Mandi, gülümsedi:
- Yüzmeyeceğiz dostum. Tike bizi de sırtına alacak.
Mori, yunusların ahtapot yemeyi çok sevdiğini biliyordu. Mandi'ye çekinerek baktı.
- Korkma, dedi. Birbirine en düşman canlılar bile isterlerse birbirleriyle dost olabilir.
Sohbet çok uzamadı. Hermiyas'la Tike çıkageldiler. İkisi de pek neşeliydi.
Hermiyas:
- Atlayın gidiyoruz, der demez Mandi, Tike'nin sırtına yapışıverdi.
Hermiyas:
- Gel dostum, sen de benim omzuma yapış, dedi.
Tike öyle hızlıydı ki, Mori korkudan gözlerini kapatmıştı. Ne kadar yol aldılar, anlayamamıştı. Suların ısındığını fark etti. Gözlerini açtı. Tike de yavaşlamıştı. Mori'nin aklında ateş suyu vardı.
Yoksa burası da bir başka ateş suyu muydu?
Bir kayalığa çıktılar. Adada tek yeşil bitki yoktu.
Hermiyas:
Burası Ateş Adası'dır. Çok öfkelidir. Öfkelendiği zaman ateş püskürür. Ateş bulutlara değer. Sonra o ateş taşlara dönüşür. Gökten denize taş yağar. Çevresinde ne kadar canlı varsa kaçar. Hele insanlar. Balıkçılar, süngerciler ateş adasının gazabından korkarlar. Öfkesi yatışsın diye denize kurbanlar adarlar.
Mori:
- Ada neden ve kime kızıyor?
Hermiyas, başını öne eğerek:
- Bize. dedi
- Size mi, neden?
- Bize, yani biz insanlara kızıyor.
Kendi denizinde insanlarla ilgili hiç de iyi anılar yaşamadığı için olan biteni tahmin edebiliyordu. Yine de Hermiyas'a;
- Anlatır mısın, dedi.
Hermiyas;
- Elbette anlatırım. Zaten seni buraya, bunları bilesin diye getirdik, dedi ve anlatmaya başladı.
- Yıllar yıllar önce buralarda Işık Ülkesi adında bir ülke varmış. Orada gökyüzü geceleri yıldız yıldız parlar, yağmurlar ışık ışık yağarmış. Deniz rengi orada da maviymiş; ama bu mavi her an değişir bir lacivert olurmuş, bir turkuaz, bir camgöbeği. Kıyıları körfezlerle, körfezleri de koylarla örülüymüş. Sahillerinde eşi benzeri olmayan kumlar, vadilerde, dağlarda dünyanın başka hiçbir yerinde yetişmeyen ağaçlar varmış. Bu ağaçlar dört mevsim burcu burcu kokarmış. Bu ülkede tüm canlılar birbirlerine saygı içinde yaşarlarmış.
Buraların insanları çok çalışkan, çok bilgiliymiş. Bu körfezin çevresinde dünyaya örnek kentler kurmuşlar. Onlar toprağı suyu, havayı ve güneşi incitmekten korkarlarmış. Çünkü toprağın, suyun, havanın ve güneşin hayat kaynakları olduğunu iyi bilirlermiş.
Mori, Hermiyas'ı dikkatle dinliyordu.
Zaman zaman içinde, komşu ülkelerin birinde cüce kral diye biri ortaya çıkmış. Onun boyu kısa, ama hırsları çok mu çok büyükmüş. Nerede güzel bir yurt varsa hemen orayı işgal edermiş.
Cüce Kral gösterişe çok düşkünmüş. En büyük gemilerle gezer, en büyük saraylarda otururmuş.
Günün birinde vezirlerden biri Cüce Kral'ın kulağına fısıldamış:
- Kralım artık yaşlanıyorsunuz. Buralar yazları çok sıcak. Size deniz kıyısında yazlık saray yapalım. Orada serin serin yaşarsınız.
Bu, kralın çok hoşuna gitmiş. Böyle bir yer var mı diye sormuş.
Vezir:
- Işık ülkesinin denizi masmavi, dağları yemyeşildir. İnsanları yazları sıcak, kışları soğuk bilmezler, demiş.
Kral:
- İyi öyleyse. Bana orada hemen bir saray yapın. Saray çok büyük ve güzel olsun. Dünyanın bütün kralları kıskansın, demiş.
Vezirlerden biri;
- Kralım, o ülkeye gidecek yol yok, demeye kalkmış.
- Yol yoksa, yapın demiş kral.
Tez zamanda dereler doldurulmuş, dağlar devrilmiş, göller kurutulmuş, ormanlar biçilmiş yollar yapılmış.
Işık ülkesinin insanları savaş sevmezmiş. Sorunlarını hep konuşarak, barış içinde çözerlermiş. Bu güzel insanlar Cüce Kral'ın niyetini anlayınca elçiler göndermişler, dil dökmüşler; aman dilemişler, bizim dağlarımız, denizlerimiz, ağaçlarımız bize küser, demişler.
Cüce Kral hiçbirini dinlememiş. Bir sabah ordularıyla Işık ülkesini topraklarına katmış.
Adamları hemen işe koyulmuşlar. Işık ülkesinin cennet köşelerinden birini saray yeri için seçmişler. Gece gündüz durmadan ağaçları kesmişler. Dallar ağlamış, dallarda tüneyen kuşlar "Göç, göç!" diye çığrışmışlar. Derelerin suyu kesilmiş. Işıltılı yağmurlar yerine çamur yağar olmuş.
Cüce Kral, sık sık buraya geliyor, doğanın talanını görüyor; aldırmıyor; yeni yeni isteklerde bulunuyormuş.
Cüce Kralın dev gemileri varmış. Bazen bütün ailesini, dostlarını, vezirlerini, komutanlarını ve palyaçolarını o gemilere doldurur, dünyayı dolaşırmış.
Gelin görün ki büyük gemiler sarayının olduğu yere yanaşamazmış. Çünkü kıyılar sığmış.
Kralın adamları düşünmüşler taşınmışlar denizin dibini yarmaya karar vermişler.
Kısa zamanda dev makineler gelmiş. Gece gündüz başlamışlar kazmaya.
Işık ülkesinin insanları, şaşkın şaşkın izlemişler. Kimse ağzını açıp tek sözcük söyleyememiş. Hepsi sanki uykuda gibiymiş. İşte o zaman denizdeki tüm canlılar bir araya gelmişler. Gidip deniz tanrısı Poseidon'a yalvarmışlar:
"Ey Poseidon
Denizlerin hâkimi
Kaldır başını gör halimizi
Sularımız toprak,
Topraklarımız su oldu
Karıştı her şey birbirine.
Ne bir lokma aşımız
Ne yuvamız kaldı
Cüce kral
Cehenneme çevirdi cennetimizi.
Poseidon olan biteni izler, öfkesini de sabırla gizlermiş.
Üç dişli yabamı vursam sularıma
Kükresem fırtınalarla, boralarla
Ne saraylar kalır, ne şehirler
Bilir beni insanoğlu
Titrersem öfkemden
Alt üst eder depremlerim yeri göğü,
Dalgalarımla
Dağlarda denizler kurarım
Denizlerde adalar
Bilir beni insanoğlu bilir.
Aslında Poseidon, Cüce Kral'ı cezalandırmak istiyormuş; ama onunla birlikte suçsuzların da zarar görmesini istemediği için sabrediyormuş.
Sabrın da bir sonu var değil mi ya!
İnsan, ne kadar güçlüyse o kadar korkaktır. Cüce Kral da çok güçlü olduğu kadar korkak biriymiş. Yatağa yatınca yaptığı kötülükleri düşünürmüş. En çok da öldürülmekten korkarmış. Bunun için deniz dibinde gizli kaçış yolları yaptırmak istemiş.
Adamları hemen işe koyulmuş. Makinelerin gürültüsü yeri göğü inletiyormuş. Balıklar, midyeler, pinalar, kestaneler, istiridyeler çaresizce ağlaşıyormuş.
Poseidon, daha fazla dayanamamış:
- Uzaklaşın buradan, diye haykırmış ve üç dişli yabasını üç kez denizin dibine batırıp suları gökyüzüne savurmuş. İşte o an yeryüzü ile gökyüzü birleşmiş. Karalar deniz, denizler kara olmuş. Denizin derinlerinden fışkıran bir ateş geceyi gündüze çevirmiş.
Hepsi Hermiyas'ı derin bir üzüntüyle dinliyordu:
Mori, uykudaymış gibi sayıkladı:
- Ya bu ada?
Hermiyas:
- Bu ada Poseidon'un öfkesidir. Kim ki ona zarar verir, o hırlar ağzından alevler püskürür. Çok kızarsa titrer; depremlerle, dev dalgalarla dağları denizleri birbirine katar, dedi.
Mori:
- Ya Cüce Kral, diye sordu.
Hermiyas, Tike ve Mandi birbirlerinin gözlerine baktılar. Hiçbir şey söylemediler.