Başım dağ, saçlarım kardır/Deli rüzgârlarım vardır,
Ovalar bana çok dardır/Benim meskenim dağlardır.
Bir gün kadrim bilinirse/İsmim ağza alınırsa,
Yerim soran bulunursa/Benim meskenim dağlardır. S. ALİ
Değerli okurlar, Karadeniz gezimizin ikinci gününde Safranbolu ve Kastamonu' dan sonra doğruca SİNOP' a iniyoruz. Önce eski kale surları arasında bir yere aracımızı konuşladıktan sonra inip doğruca ünlü SİNOP KAPALI CEZA EVİ' ne yöneliyoruz. Daha girer girmez boğucu bir hava ile karşılaşıyoruz. Hem gelen giden ziyaretçilerden hem de daha girişteki ZİNDANA dalıp boğucu havasını teneffüs etmek zorunda kaldığımız için. Biz, görmek için girdiğimiz, birkaç dakika bile katlanamadığımız bu yerin boğucu havasına burada günlerce belki de haftalarca kalanlar nasıl dayanmışlardır? Bunu ancak yaşayan bilir. Sırasıyla koridorları geçip avlulara, koğuşlara, volta meydanına, odalara yürüyoruz. Duvarlarda burada yatan mahkûmlar için çeşitli duyuru ve yazılar yazılmış, uyarılar yapılmış. "KAN, KANLA DEĞİL, SUYLA TEMİZLENİR" gibi. Sabahattin Ali' nin yattığı oda ve duvarlarda" LEYLİM LEY'" den tutun da "GAMLANMA GÖNÜL GAMLANMA" şiirine kadar pek çok şiir bulunmakta. Bu hapishanede çekilen filmler: EŞKİYA DÜNYAYA HÜKÜMDAR OLMAZ, PARDON, BİZİM HİKÂYE, diziler ise: KÖPEK, PARMAKLIKLAR ARDINDA, BİR ŞEHRİN GÖZYAŞLARI, TATAR RAMAZAN. Olarak yazılmış. Ayrıca burada yatan ünlüler olarak da; " Anadolu' da Bodrum' dan sonra en önemli sürgün kentidir. 1913 yılında Mahmut Şevket PAŞA 'nın öldürülmesi sonucu 200'ü aşkın muhalif (İttihat Terakki Karşıtı) Sinop' ta kalebentliğe mahkûm edilmiştir. Bu kalebentler bizzat ceza evinde yatmamış, kentin içinde ev kiralayıp kalmışlar, ancak akşamları ceza evine gelip imza vermişlerdir. Ceza evinde yatan en önemli siyasi, Cumhurbaşkanına hakaretten mahkûm edilen Sabahattin ALİ' dir. 1932 yılının sonlarında tutuklanan S. ALİ, 1933 yılının Mayıs ayında Sinop ceza evine nakledilmiş, Cumhuriyetin 10. Yılındaki aftan yararlanan S. ALİ, 23 Ekim 1933 yılında özgürlüğüne kavuşmuştur. Ceza evinin diğer ünlü konuğu Kerim KORCAN 'dır. 1938 Harp Okulu davası nedeniyle mahkûm olan Kerim KORCAN, 10 yılını bu ceza evinde geçirmiştir. "LİNÇ" ve "İDAMLIKLAR" adlı eserleri Sinop Ceza evindeki mahkûmları konu etmektedir. Bu ceza evi ayrıca adli suçtan hüküm giymiş ünlü şahsiyetleri de konuk etmiştir. Bunlar arasında SANDIKÇI ŞÜKRÜ, ABAZA BASRİ, BENLİ TACİ, ÇERKEZ HÜSEYİN AĞA en tanınmışlarıdır. Ceza evinde gemilerin yapıldığı bir de TERSANE bulunmaktaymış. Ceza evinin bahçesinde büyük bir dut ağacı bulunmaktadır. Bu ağaç 1959 yılında Hüseyin PEHLİVAN adında bir mahkûm tarafından dikilmiş. Hüseyin Pehlivan, Ceza evi müdürüne çıkarak bahçeye bir dut ağacı dikmek istediğini söylemiş. Müdür de nedenini sorunca "Bizden bir hatıra kalsın, mahkûmlar gölgesinde oturur, bizi anarlar" mealinde sözler söyleyince Müdür de "dış bahçenin bir yerine dik!" diye izin vermiştir. Bu dut ağacı neredeyse 60 yıllık bir ağaçtır ve adı da "TESELLİ AĞACI" olarak bilinmektedir. Bütün avluları, odaları, koridorları, volta meydanını gezip toplu ya da yalın fotoğraflar çekildikten sonra arkamızda yüz yılların eskimişliğini, yorgunluğunu, hüznünü geride bıraktıktan sonra gün ışığına çıkıyoruz. Çıkınca da sanki orada yatan mahkûmlar biz imişiz gibi güneşi görünce ferahlık duyuyoruz. Doğruca limana iniyor ve bir tekne kiralayarak KARADENİZ' in bu "AKDENİZ KOYU' nda bir saatlik tura çıkıyoruz. Gerçekten de kuzey rüzgârlarına kapalı olan bu liman bize bir EGE/AKDENİZ körfezini aratmıyor. Müzik eşliğinde bir saatlik tekne turundan sonra limana dönüyor ve DİYOJEN' e veda ederek SİNOP' tan ayrılıyoruz. Kıyı boyunca doğuya doğru YAKAKENT, BAFRA, ATAKENT, ilçelerini geçip SAMSUN' a giriyoruz. Atatürk heykelinde toplu bir fotoğraf çekiliyoruz ve bu fotoğrafı fotoğrafçı yarım saat içinde tab edip getirerek her birimize beşer liradan veriyor. Oradan BANDIRMA VAPURU' na geçiyoruz. Bandırma' nın aslı, zamanında jilet yapıldığı için sonradan aynı ölçülerde yenisi yapılan bu vapuru geziyoruz. Kamaraları tek tek dolaşıyoruz. Yüce Önderimiz Atatürk'ün ve silah/dava arkadaşlarının bal mumundan yapılan heykellerini görüyor, fotoğraflıyoruz. Döşenmiş alt katına iniyor, tabloları, yazıları okuyor, görüntülüyoruz. Bandırma' dan çıktığımızda vapur ve çevre düzenlemesinin olduğu yerdeki bayrakları, yazıları hayranlıkla izliyoruz. Bir duvarda Mehmet Akif'in "EY ŞEHİD OĞLU ŞEHİD, İSTEME BENDEN MAKBER/SANA AGUŞUNU AÇMIŞ DURUYOR PEYGAMBER" dizelerini görüyoruz. Gün boyunca koşuşturmaktan yoruluyor ve Samsun' da Otel YAZICIOĞLU' na iniyoruz. İkinci gecemizi de burada geçirdikten sonra ertesi günü yine yollara revan oluyor, YEŞİL IRMAK DELTASI' nı geçiyoruz. AMAZON HEYKELİ' nin bulunduğu dinlenme tesislerinde mola veriyor ve AMAZON' u yakından fotoğraflıyoruz. Kentin adının AMİSOS/AMAZON/SAMSUN olarak geliştiği belirtiliyor kaynaklarda. Kızılırmak Deltası Kuş Cennetine geliyoruz. Kentin girişinde ve çıkışında yol boyunca bu deltada yaşayan kuş çeşitlerinin çok canlı olarak yapılıp yerleştirilmiş heykelleri bulunuyor. Bunların hemen hepsinin(30 dan fazlasının/Sİ-MURG) fotoğraflarını giderken otobüsün ön camından alıyorum. Amazon' u geride bırakıp TERME-ÜNYE-FATSA, Ordu topraklarına girince basının abartıp şişirdiği TABAKHANE DERESİ üzerindeki yıkılan köprüyü geçiyoruz. Söylendiğine göre buralara bir damla bile yağmur yağmamış, ancak dağlara yağan yağmurun seli getirdiği çer-çöp-ağaç dalı gibi artıklarla köprünün altını kapatmış ve basınca dayanamayan köprü de yıkılmış. En küçük bir sıkıntı yaşamadan diğer köprüden geçip gidiyoruz. Artık sağımız, solumuz fındık bahçeleridir. Sahil yolunda ilerlerken aynı bu yollar gibi yine deniz doldurularak yapılan HAVA ALANI' nı ve spor kompleksini geçiyoruz. KERASUS/GİRESUN topraklarına girince rehberimiz bize Topal OSMAN ile Atatürk' ün dayanışmasından ve dostluğundan söz ediyor. 12.00 sularında yol üzerindeki 42 nolu çay işletme fabrikasında mola veriyoruz. Biz gezginler, çaylarımızı içerken işletme yetkilileri bize çayın bahçeden bardağa gelişinin öyküsünü anlatıyor, akabinde de işletmeyi gezdirerek çayın işleme safhasını yerinde gösteriyor. Bunun semeresini de çıkıştaki çay/fındık/ezme/kolonya v. b. reyonunda yaptıkları satıştan alıyorlar. Hiçbir şey karşılıksız değil. Yol boyunca GÖRELE-EYNESİL-BEŞİKDÜZÜ-VAKFIKEBİR-DARICA' yı geçiyor, SARAY' Yeni adı: ALTIN BOYNUZ' da öğle yemeği için duruyoruz. Bu arada BEŞİKDÜZÜ EĞİTİM ENSTİTÜSÜ ve VAKF-I KEBİR ilçelerinin önemi ile ilgili açıklamalar alıyoruz rehberimizden. 15.00 sularında TARABZON ATATÜRK KÖŞKÜ' ne çıkıyoruz. Bu köşkün yapılışı ile ilgili şu bilgiyi ediniyoruz: Osmanlı vatandaşı Kostantin Kabayanidis' in yazlık konutu olarak 1890 yılında yapılmış. Nüfus mübadelesi (1923) nden sonra hazineye intikal eden bu bina 15 Eylül 1924 tarihinde ATA' nın Trabzon'a yaptığı ilk ziyarette gezdiğini ve çok beğendiğini öğreniyoruz. Bunun üzerine Trabzon il encümeni köşkü 18.05.1931 tarihinde 361 sayılı kararıyla Atatürk adına temlik ettirilmiştir. Köşk, Atatürk'ün vefatı üzerine kız kardeşi Makbule Hanım'a intikal etmiş. Daha sonra Trabzon Belediyesi tarafından satın alınarak ATATÜRK MÜZESİ olarak düzenlenmiş ve ziyarete açılmıştır. Orada da incelemelerimizi bitirip ayrılınca 2050 metredeki ZİGANA KAYAK TESİSLERİ OTELİ' ne doğru tırmanmaya başlıyoruz. Yine otobüsün önünde, kaptanın yanında oturarak KARADENİZ 'in bin bir yeşilini, çay bahçelerini, derelerini, sularını, yamaçlarını, kalem gibi sipsivri, yemyeşil doğu ladinlerini, boğazlara çöken, tepeleri süsleyen beyaz sislerini fotoğraflama zevkine doyamıyorum. Yol kıyılarındaki taşları, kayaları saymazsak Karadeniz' de çıplak ve kuru bir alan göremezsiniz, her yer yeşil bir örtü ile kaplıdır. Ancak en çok dikkatimi çeken arazinin yapısıdır. Evliya ÇELEBİ, Bitlis' i gördüğünde "KADEHİMİ KOYACAK DÜZ BİR YER BULAMADIM!" demiş. Acaba Karadeniz için ne derdi çok merak ediyorum. Çilekeş Karadeniz insanı neden Türkiye' nin her yerine dağılmış, buraları görmeden anlayamazsınız. Dere içlerinde iller ve ilçeler, yamaçlarda ise köyler, daha doğrusu köyler değil de evler. Neredeyse tüm evler müstakil. Hep yamaç, hep çay bahçeleri, bütün evlere ince ince yollar yapılmış. Hemen her birkaç evin yanına bir cami inşa edilmiş. Öyle çok ki yamaçlardaki camileri toplayıp yol kıyısına dizilse telefon direkleri kadar sık minareler olacak. Ancak ne çay bahçelerinde, ne de fındık bahçelerinde tek bir çalışan göremedik. Fındıklar toplanmış, çaylar da Mayıs-Ağustos-Eylül' de olmak üzere yılda üç kez kesiliyormuş. Orada da kimsecikler yoktu. Karanlık basmadan ZİGANA' ya çıkıyor ve otelimize yerleşiyoruz. DIŞARIDA BUZ GİBİ BİR HAVA. 12 Ağustos2018 .