YOLU MUĞLA'YA DÜŞEN CAN BABA (2)

YOLU MUĞLA'YA DÜŞEN CAN BABA (2)

Usta şairin şiirlerinde portreler çok yer alır. Sevdiklerini, sevmediklerini süzgeçten geçirip kimini saygıyla selamlar, kimilerini de hafiften iğnelerdi. Usta şairin portreler yazması ise boşna değildi. Kızı Güzel Yücel, "Babamın hayatı boyunca yaşam ve ölüm üzerine diyalektiği vardı." diye anlatır: "Çok sevdiği birisi öldüğünde duygusunu çok yoğun yaşardı. Hayatında ne varsa, ne yaşıyorsa, ne dokunuyorsa ona şiir yazardı. Hem ölüme, hem bahara, yeni yaşama dair yazardı." 
Meraklısı bilir!.. 1960'larda haftalık Yön dergisi çıkıyordu. Bu siyasi derginin başında Doğan Avcıoğlu bulunuyordu. Belki bu dergiyi düşünerek Yönlenme adlı bir şiir yazdı Can Yücel. İşte onun sevdiği bir portre, işte Doğan Avcıoğlu!.. 

Bu ara kendimi toprağa çok yakın hissediyorum
O kadar seviyorum ki toprağı 
İçine giresim geliyor.
Bademlere sarılıyorum yolda,
Ama öbür tarafa değil
Bu topraklardaki
Ne zaman olacağı mechul
Devrime doğru yürüyorum
Nar çiçekleriyle...

Can Yücel'in sevdiği başka bir portre: Çetin Altan... Ünlü gazetecinin 12 Mart'ta cezaevinde göz sağlığı bozulmuştu. Dönemin Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ten onu  bağışlaması istendi. Can Yücel de şiiriyle destek oldu Çetin Altan'a:

Çetin Altan içerde de, dışarda da
Madem ki yazısında da, yaşamında da,
Dün, bugün değil sade, yarın da
Tepeden tırnağa ve kirpiklerine kadar
Yiğit, dürüst ve ilerici bir aydın,
Gözleri de aydın olsun cancağ'zımın

1973'te Adana Cezaevinde yatarken güncel politikayı da yakından izliyordu Can Yücel.  Hatta "Hayatımda karım hariç, iki şey sevdim: Şiir ve politika." diye söz ederdi. O günlerde Orgeneral Faruk Gürler, altı aylık genelkurmay başkanı iken görevinden ayrıldı, cumhurbaşkanlığına aday oldu. Ne var ki işler umduğu gibi gitmedi, planı suya düştü. Sözcüklerle oynamayı seven şair ise "Em. Org. Gürler'e" diye bir şiirini ona adadı. Bu şiirinde Faruk Gürler'i şöyle anlatır:

Karakaşlı bir bulut geldi, geldi, geldi, geldi...
"Gürledi ama yağmadı" değil,
Yağmadı ama gürledi gitti. 
Can Yücel, Çetin Altan'ın oğlu, yazar, akademisyen Mehmet Altan'ı da gözünden kaçırmadı. Bir şiirinde de eleştiri oklarını ona yöneltir: 

Mehmet Altan Eski Datça'daymış
Yirmi yıl oluyormuş burayı mesken tutalı
Bunca yıldır ben de gelip dururum bu köye
Hiç raslamadım ona ne kahvede ne yolda,
Tahminim o ki, çok yoruluyor İstanbul'da
Dinlenmek için yazlığına kapanıyor,
Ama yazı yazmaktan
Ders vermekten değil asıl
Çetin dostumu dinlemekten yoruluyor
Şunu da söyleyim:
İkinci Cumhuriyet taraflısıdır kendisi,
Sayısını artırmakla düzelecekse
Cumhuriyet,
"Onuncu Cumhuriyet" diyelim en iyisi

Portreler yazarken devrimci gençleri de unutmamıştı Can Yücel elbette. Yaprak Dökümü şiirinde onları anlatır:

Sararıp dökülmeden önce kızaran yapraklar ki onlar
Şan verdiler ortalığa bütün bir sonbahar
Mevsim dönüp de yeniden yeşermeye başlayınca rüzgâr
Çıplağında o atın yine onlar koşacaklar
O çocuklar
O yapraklar
O şarabî eşkıyalar
Onlar da olmasalar benim gayri kimim var?..

Bir süre de Evrensel gazetesinde köşe yazıları yazdı. Köşe yazıları da şiirleri gibi kıvraktı, şaşırtıcıydı, çarpıcıydı. İşte o köşe yazılarından biri: Tabanca spor takımı. Bu yazısında çocukluk yıllarından yola çıkarak sözü nerelerde dolaştırıyordu: "Babaannem nedense telâffuz edemezdi, o ki Türkçeyi Helenikasıyla bilir, 'Fitspor' derdi. Ben evde hasta olup koridorda dan dun şut attıkça...
Neyira'nım haklıymış. Bir zamanlar, futbolcu mu olayım, öğretmen mi diye epiy düşündüm. İkisini de olamadım ya... Nedir bu milletimizdeki merak? Ezile ezile püreye dönmüşüz..." Yazı şıkır şıkır akarken bir cumhuriyet aydını olduğunu da unutmaz elbette: "Hâlâ Manchester United'i yendik diye Cumhuriyet Bayramımızı unutuyoruz." Evet!.. Can Yücel'in derdi memlekettir, memlekette de insanca yaşamaktır: "Bana sorarsanız, ben şiir takımlarını tutmaktan çok memnunum. Ama bu halimize ağlayarak. Gol diye bir tanrı varsa ben çoğunuzla gol denen o tanrıya inanmıyorum. Yenile yenile de yenmenin bir gol atmaktan ibaret olmadığını, asıl golün atılacak golün, memleketi memleket etmek, insan gibi yaşamak olduğunu idrak edenler, asıl tanrıyı da kale direkleri arasında değil, iyi ekilmiş tarlalar, kesilmeyen, yanmayan ormanlar, iyi okullar, iyi sağlık evleri, iyi yollar, iyi aşklar, iyi dostluklar arasında bulurlar." 
Bir köşe yazısında ise insanlara bilgece yaklaşır: "Ben aptallığa, haksızlığa kızıyorum. İnsanın iki boyutu var bence; bir, olan insan bir de olabilecek insan. İnsanın olabileceği boyuta engel olan ne kadar unsur varsa ben buna öfke duyuyorum. Bir çocuğun, gencin kafasının vurulmasından, kalbinin kırılmasından tut da copla kafasının kırılması gibi ne kadar insanın olabilirliğine engel olan şey varsa bunların hepsine kızıyorum ben. Mevcut olan insanda, olabilecek insanı gördüğüm için sevgi duyuyorum. Öfke ve sevgi bende aynı anda meydana geliyor. Ondan dolayı öfke ve sevgi karması bir bakışım var dünyaya."
Şair Can Yücel kendiyle de alay etmeyi bilirdi. Bir şiirinde suçlu yerine koyar kendini. Her dizede suçunu anlatır, anlatır da sonunda herkesi şaşırtır: 
Reis Bey dedim Reis Bey
Biliyorum suçluyum razıyım cezama
Çalmadım öldürmedim ama
Daha kötüsünü yaptım
Na'aptım biliyor musunuz Reis Bey
Tuttum insanları sevdim.

1980'lerde kurulan Yazarlar Kooperatifi (Yazko), o yıllarda Somut adlı haftalık bir gazete çıkarıyordu. O gazetede Can Yücel de şiirleriyle yer aldı. Sanat eleştirmeni Hayati Asılyazıcı ise gazetenin yazı işleri müdürlüğünü üstlenmişti. O günleri Masa Sanat adlı dergide yazdı: "Can Yücel şiirini postalamaz, kendisi getirirdi her hafta Babıâli'ye. Burada yayımlanan şiirleriyle epey ilgi görmeye başlamıştı, ağırlıklı olarak siyasal içerikli toplumsal konuları işliyordu..." E, ünlü taşlama ustası yazar da zülfüyâre dokunmamak olur muydu?.. Haklarında Kenan Evren hakaret davası açtı. Bilirkişi ise şiiri siyasi değil, müstehcen buldu. Sonra ikisi birden mahkemeye düştü: "Mahkemede  önce ben savunmamı yaptım, sonra Can Yücel konuştu. Kullandığı kelimelerin müstehcen değil, Türkçede kullanılan kelimeler olduğunu söyledi. Eski ve yeni sözlüklerden örnekler vererek kullandığı kelimelerin has Türkçe olduğunu ispatladı. Sözcükleri tekrar tekrar söyledikçe mahkeme salonuna izlemeye gelen herkes kahkahalara boğuldu ama mahkeme haksız olduğumuza kanaat getirdi. Daha sonra cezamız para cezasına çevrildi..."
Hayati Asılyazıcı, saygıyla söz ediyor usta şairden: "Can Yücel bana göre bir bilge kişiydi. Şiirin, edebiyatın, felsefenin, tarihin, sosyolojinin bütün analiz ve sentezini yapmış bir yazardı. Ben Can Yücel'i şair, yazar ve bir sanat insanı olarak çok özel bir yere koyuyorum. Cumhuriyetin yetiştirdiği o değerli kuşağın, en güçlü temsilcilerindendi..."  
İzmirli gazeteci Okan Yüksel'in yolu ise Can Yücel'le Evrensel gazetesinde kesişmişti: "90'lı yılların ortalarında Evrensel'de yazmaya başlaynca -üstelik spor sayfasında- köşemin logosu 'Merhaba'ydı. Gün geldi yazın ve yaşam dünyamızın Can Baba'sı da Evrensel'de yazmaya başlamıştı. Can Yücel babanın köşesinin logosu da 'Merhaba' olunca haddimi bilmiş, spor sayfasından seslendiğim için 'Merhaba Spor' demeye başlamıştım." Okan Yüksel'in yazısı sürüyordu: "Yazın, basın dünyamızın devlerinden Can Yücel, şiirimizin uslanmaz çocuğudur. Şiirleri doğallığı barındırır. Lirik şiirleri bir başka güzeldir. Kara mizahı, argoyu, halk dilini kullanmak onun özellikleridir..." 
Gazeteci Okan Yüksel değerbilirliği de elden bırakmıyordu: "Hayata bakışı şiirini beslemiş, şiirleri hayata bakış açısı ile toplumun özlemini dile getirmiştir.Toplumcu tanınıp sevilen, az görülen şairlerden olmuş, halkın beğenisi şiirlerini beslerken sıcak kanlı yapısıyla hemen her yaştan herkesle kolayca dostluk kurabilmiş, bu nedenle de  anasının ak sütü gibi 'Can Baba' sözünü hak etmiştir." 
Küçük kızı Su Yücel ise Yeni Asır gazetesinden Nil Kuyumcu Aksüyek'e babası Can Yücel'i farklı bir yönüyle anlatır: "Annem resim yapardı. Babam da resime meraklıydı. Dönemin ressam ve heykeltraşlarıyla arkadaştı. Bir sanatçının atölyesinde olmayı çok severdi. 'Ressam ol' demedi. 'Resim yap' dedi. Şiir yazmadım ama şiiri çok sevdim. Birlikte bir çalışma yaptık. 'Şiir ve resmi buluşturalım' dedik. Şiirleri seçtim ve resimlerini yaptım. O da benim bir resmime şiir yazdı." 
Yeni Asır muhabirine, babasıyla ilgili bir anısını da anlatır Su Yücel: "Bir gün babamla postaneye gittik. Pul aldık. Bir baktım pulun üzerindeki resim bana ait. 'Baba, bu resim benim. Ben yaptım.' dedim. İnanamadı. Okulda bir resim yapmıştım. Öğretmenim bu resimle benim adıma yarışmaya katılmış. Birinci olmuşum ve benim resmimden bin adet pul yapılmış. Sonra ödül de gönderdiler bana. Hani paralı pullu olmak diye deyim vardır ya. Babam 'Paran yok ama pullu karı oldun.' dedi." 
Datça'da halktan insanları seviyordu Can Yücel. O insanlara şiirlerinde yer vermekten zevk alıyordu. Köyün  muhtarını bir şiirinde pek güzel anlatır:

Pisi pisi otları rüzgârda
Nasıl sallanıyorsa bir yandan bir yana
Bizim muhtar da aynen öyle sallabaş

Eski Datça köyünde Gulak (Kulak) lakabıyla bilinen adamı da unutmuyordu. Onun dilinden ise Bakkal Hasan anlardı. "Bana bir guru fasule! Buzdolabından ossun!" deyince dolaptan şarap çıkarırdı hemen. Gulak'ın Datça ağzıyla konuşması Can Yücel'in hoşuna giderdi:  
Güneş yanığı dazlak kafasını kaşıyarak
Kahvede deyip durdu Gulak:
O goca memeli gızın goynuna giresen
Göyceğiz gaplıcasına girmiş gader olusun!

Ya Sütçü Zeybek?.. O da saçı sakalı salıvermiş, iri yapılı şairin kapısından eksik olmazdı. İneğini sağar sağmaz sıcak sıcak süt getirir, yoğurt getirirdi onlara. O yüzden usta şairin şiirine girmeyi çoktan hak etmişti: 

Datça'da dostum Zeybek geldi
İneğinden sıcak sıcak sütle yoğurt getirdi
Ben bira içiyordum ona da verdim
Artık Eski Datça'da halktan biri olmuştu Can Baba. O topraklarda yaşamın, doğanın hakkını vermek istiyordu:  

Sabah kalkıp kapıları açıyorum
Bütün herkes geliyor
Serçeler kumrular İsa çiçekleri
Bulutları çağırıyorum geliyorlar
Gökyüzü çok fena mavi
Yürüyemiyorum ayaklarım yok
Sanki bir ruhum
Sanki bir bademağ'cıyım
Benim çağlalarımı yiyin
Bir kadeh rakıyla
Can'ın yaşadığını hatırlamak için
Şerefinize

Can Yücel'in Datça'ya geldiğinde sağlığı pek iyi değildi aslında. Son zamanlarda ise hastanelerden çıkmıyordu. İğne ipliğe dönmüştü. Ne var ki o bir cumhuriyet çocuğuydu!... O nedenle aklı fikri toplumsal savaşımda oluyordu. Bedenini saran ölümcül hastalığını unutup  Özgürlük ve Dayanışma Partisi'ne (ÖDP) girdi. Üstelik üyeliğini de bir şiirle kutladı: Partiye Kayıt Başvurusu. 

Ölüm tarafından
Asla asimile edilememiş bir yurttaşınız olarak
Dayandım Dayanışma Kapınıza
Yaşasın Özgürlük
Diye bastırarak
1999, 10 Ocak.

Evet, şiiri ve politikayı çok seviyordu. O nedenle ömür  boyu şiirden de politikadan da kopmadı. Hatta bademcik kanseri bile vız gelmişti. 1999'da, yaşamının son aylarında partisinden İzmir milletvekili adayı oldu.  
  Datça'ya bayılıyordu Can Yücel. Üstelik Mekânım Datça Olsun diye bir şiir kitabı da yayımladı. Yarımadanın doğal yapısını korumak için kültür birikimiyle, bilgeliğiyle öncülük etmek istiyordu çalışmalara. Belki sözü dinlenir, öğüdü tutulurdu. Usta şair giderayak şiiriyle herkesi uyardı:                                                                                                                                                                                                                                                                                                               
Korkutucu olan şey benim gördüğüm
Ne haç, ne acı, ne haraç olmasıdır...
Burayı ben gözlerimi kapadıktan sonra dünyaya
Yaşamayı hızla öğrenemediğimizden ötürü
Bu yarımadaya, yarım yarım derken
Ufalaya ufalaya
Zaten bitirmişsiniz ya...
Ufalarsanız eğer
İki elim boynunuzdadır derler a...
Ben de bu yarımadayı
Kucağıma kapıp öleceğim,
Ne gâvuru, ne müslümanı... 
Hiçbiriniz görmeyeceksiniz artık o güzel yeri
İşte bu şairin ve ölümün emri...




YAZARIN DİĞER YAZILARI