GÜÇLÜ BAĞLARIMIZ KOPUYOR MU?

GÜÇLÜ BAĞLARIMIZ KOPUYOR MU?

Ulus olarak, özellikle Batı toplumundan ayrıldığımız önemli bir farklılığımız var: Soya-sopa çok önem veririz. Geçmişten gelen bir soya ve boya öncelik tanıyan, bireysellikten çok toplumcu sahiplenme var. Buradan aşağıya doğru birliktelikler küçüldükçe birlikteliği sağlamak için yakınlarımızı adıyla çağırmak yerine abi, abla, kardeş, dayı, hala, teyze nine, dede yeğen gibi adlarla anarız. Oysa batı toplumlarında insanlar, genellikle birbirlerine büyük-küçük demeden adlarıyla seslenirler.

Çocuklar, bizde onların tam tersine bir iş sahibi oluncaya dek ailelerinin gözetimindedirler. Batı toplumu gibi on sekiz yaşına geleni kapının önüne koymak çocukların da on sekiz yaşına geldiği için evden ayrılmak gibi bir alışkanlıkları yoktur. Aile ve akrabalık bağlarımız çok güçlüdür. Çocuklar bir iş sahibi olsalar bile baba ve annenin sözüne değer verirler. Baba ve anne, çocukları üzerinde söz sahibidir ve onların her türlü sorunlarıyla ilgilenirler. Yaşlılara da zamanı geldiğinde çocuklar bakarlar. Yani güçlü bir iş ve gönül birliği var.

Bu akrabalık bağlarını anlatan sözcüklerin yanı sıra hiç kan bağı olmadan onlar kadar, hatta onlardan daha güçlü birliktelik ve sahiplenme anlatan sözcükler vardır. Kan kardeşi, kirve, yoldaş, arkadaş ve dost gibi… Kan kardeşliği çok eskilerden beri var. Ancak son zamanlarda “Kanka” sözü özellikle gençler arasında bir moda oldu. Bunu kullananların büyük bölümünün de bu sözcüğün gerçek anlamından habersiz olduğu kanısını taşıyorum.

Bu sözcükler, birer sahiplenme yakınlık kurma sözcükleridir. Kendine ait ve kendinden saymayı birbirine arka çıkmayı anlatır. Ulusumuz, böylelikle birbirini korumak ve kollamak için güçlü bağlarla toplumcu bir yapı oluşturmaya fazlasıyla istekli ve uygun bir toplum olduğunu ortaya koymaktadır.

Konukseverliğimiz de bu anlayıştan kaynaklanmaktadır. Ayrıca da kendi dil ve kültür yapısından farklı halk kesimini de bu nedenle kolayca kucaklayabilmektedir. Farklılıkları toplum içinde eritmeyi kolayca becerebildiği için halkımız, egemen güçlerin ve yerli işbirlikçilerinin tüm çabalarına karşın bir iç hesaplaşmaya itilememiştir. Bu özelliğimiz, egemenleri çatlatacak, başka halkları kıskandıracak derecede olağanüstü güzellik taşıyan bir olgudur.

Bu sözcükler arasında “dost” sözcüğü ötekilerinden daha güçlü ve daha geniş anlamlar içerir. Hatta halk ozanlarının dilinde kutsallık anlatan bir sözcüğe dönüşür. Hemen hemen bu sözcüğü kullanmayan bir halk ozanımız yok gibidir. Sözgelimi Aşık Veysel’in kara toprağı en iyi dost olarak seçmesi bir rastlantıdan çok bu geleneğe verilen önemden kaynaklanır.

Yerine göre dost sözü, akrabalık bağlarından daha güçlü bir bağ olarak kabul edilir. Bir bakıma bunun haklı bir yanı da vardır. İnsan, kan bağı olan yakınlarını seçme şansına sahip değildir. Ama dostunu seçebilir. Akrabaları onun her başı sıkıştığında yanında yer almayabilir. Fakat dost, en kötü gününde onun yanında yer almak zorundadır. Tersi durumlarda o kişi dost kabul edilemez. Dost, bir insanın en kötü gününde hiç karşılık beklemeden onun yanında yer alan kişidir.

Dost olmak zordur. Kötü günlerdeki yardım elini uzatıp uzatmadığı sınavını kazanmak zorundadır. Bu da kolay değildir. Büyük bir özveriyi gerektirir. Bu nedenledir ki “Dost, kara günde belli olur.” Yalnız dost olmak zor değil, gerçek dostu anlayabilmek ve seçmek de zordur.

Son on beş yılda maddiyatçılık ve ayrımcılık o denli körüklendi ki toplumun çimentosu olan bu bağlar da sarsıldı, zayıflatıldı. Türk toplumu bir bakıma yalpalayan bir gemi gibi bu güzelim geleneğinden uzaklaşmaya ve çözülmeye başladı. Eğer durdurulamazsa toplumcu yapımız, büyük yaralar alacak ve eski ayarlarına yeniden döndürmek mümkün olamayacaktır. Bu da egemen güçleri ve onların maşalarını oldukça sevindirecektir.

Bu nedenle okuyucu dostlarıma gazetemize sahip çıkarak dostluklarımızı daha da ilerleterek bu güzelim toplumcu bağı güçlü ve güncel tutmanın bir fırsatı olarak görelim diyorum. Ne dersiniz, bu bağı olsun kurtaralım mı? 26.01.2019

Nuri Çelik

YAZARIN DİĞER YAZILARI