Evet, bugün yine Milas-Akbelen'den bahsedeceğiz!.. Evet, antik Kaz Dağlarını, Artvin-Rize-Erzincan-Lice-Fırat'ı zehirleyen, ormanlarını talan eden, -bir defaya mahsus- çıkartacakları yenmez-içilmez maden uğruna, yüzlerce yılda yetişen anıt ağaçları kökleyip, topraklarını zehirleyen, bir türlü şu cebi-gözü doymaz maden şirketlerinden bahsedeceğiz yine!.. Evet, tıpkı başlıkta dediğimiz gibi; hepsi de sanki 'züccaciyeci dükkânına giren filler' gibi zarar verip, insanlarımızı öldürüp, kalıcı tahribatlar yapıyorlar!..
2025-Eylül ayı ortasında yine Akbelen'de ortaya çıktılar: Tam '50 Bin Zeytin Ağacının' sökülüp, Bodrum'a su sağlayan kaynaklara zarar vermeye geldiler!.. Bunların esas sahibi köylüler direniyor, şirketlerin yıkımına yardımcı olmak isteyen kendi askerimiz, bizim kendi çocuklarımızın vatan borcu ödemeye gittikleri bu Atatürk kuruluşu; bu ülkenin insanlarını kovalıyor, gözaltına alıyor, yüzlerine bibergazı sıkıp, kendi tapulu mallarından uzak tutmaya çalışıyor!.. Ne Mahkeme kararları bekleniyor, ne de ÇED raporları dikkate alınıyor!.. Sanırsınız ki, ülkemizin bu bölgeleri bir yabancı işgali altında kalmış gibi davranılıyor!.. Hayrola beyler, bu aceleniz niye? Arkanızdan kovalayan birileri mi var?
Bir Kızılderili Reisi ne demişti; "Son ağaç kesildiğinde, son nehir kuruduğunda, son balık tutulduğunda; aç kalan Beyaz Adam, paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak!" demişti değil mi?
Biliyor musunuz; bütün dünyanın en ünlü üniversitelerinde "Eski Yunan Medeniyeti" hâlâ ders olarak anlatılır, her ülke çocukları da bunları ezbere bilirler!.. İşte o Yunan Medeniyetinde, 'Zeytin Ağacı' çok kutsal sayılır, herkesten korunur, barışın sembolü olarak gösterilir ve adına da "Ölmez Ağacı" denilirdi!.. O meşhur "12 Yunan Tanrı ve Tanrıçaları" devasa mekânlarında sabahlara kadar içki içip-eğlenceye başlamadan önce, mutlaka bir bardak 'Zeytinyağı' içerler, sabahlara kadar rahatsızlık duymadan çılgınca eğlenirlerdi!.. Ayrıca, mide ve bağırsaklarında gaz oluşan, hazımsızlık çekenler; bir fincan zeytinyağı içip, göbek delikleri ve kıçlarına bu yağdan sürer, kısa sürede yellenmeye başlarlar, sindirimlerini kolaylaştırırlardı!.. Yani, bu 'Zeytin' denilen şey, onların her şeyiydi, onu gözleri gibi her şeyden korur, yaşatırlar, zarar verenlere çok büyük cezalara çarptırırlardı!..
Şimdi de, aradan geçen Üç Bin Yıla rağmen, 'Uzay Çağı İnsanlarıyız' diye övünürken, şu bizde yapılanlara bir bakınız!.. Liyakatsiz, arsız, açgözlü maden şirketleri her yeri darmadağın ediyor, zeytinleri ve ormanları kökleyip, su kaynaklarını kurutup, -bir defaya mahsus- bu kirli paralarını alıp gidiyor; yasalarımıza rağmen, tahrip ettikleri yerleri eski haline getirme mecburiyetlerine rağmen, hiç birisi bu yükümlülüğü yerine getirmiyor, öylece çekip gidiyorlar!.. Etrafınıza bir baksanıza; son yıllarda bütün dağlarımız-ormanlarımız delik-deşik, sanki saçkıran hastalığı geçirmiş gibi, tıpkı merhum Demirel'in kafasına benzettiler!.. Artık bunlara bir 'DUR!..' deme zamanı gelmedi mi? O Kızılderili Reisi kadar olamadık mı? Üç Bin yıl öncesinin eski Yunanlıları kadar olamadık mı?
'YK Enerji' Milas'ta "Muhtarlar Danışma Kurulu" oluşturmuş, bunun başına da Muhtar Durmuş Uysal yönetici olmuş... Tek görevi de, Şirket ile zeytinleri köklenen Köylüler arasında çıkan sorunları konuşarak halletmek imiş... Başkan Muhtar diyordu ki; "Yahu, bu zeytinler sökülüyor ama, mutlaka başka bir yere yine dikilecek, yani bu işte bir kaybımız yok, endişeye de gerek yok, şirket her türlü yardımı yapacak!" diyordu, iyi mi? Güler misin, ağlar mısın? Bu kişi mi sorunları halledecek yani, zati baştan şirketin tarafını tuttuğu, sarf ettiği bu sözlerinden belli değil mi!?
Sahi, bu işin çözümünde tek çare Seçim mi, yoksa şu şirketlerle Geçim mi? Sakin KOŞAR...