İŞTE İNSANLAR, İŞTE İNSANCIKLAR !?

Mahkemeye el-pençe çıkan yalı kazığı kadar bir adam, boşanma talep ediyordu!.. Karşıda ise bir deri bir kemik kalmış, karnı sırtına yapışmış, 40 kilo civarında var-yok, çaresizce vefasız kocasına bakıyordu. Adam boynunu büküp, Hâkime; "Efendim işsizim, iki çocuğum ile eşime bakamıyorum, boşanmak istiyorum!.." diyordu.

Tüh be şu çam yarması gibi, yalı kazığı kılıklı adama!.. Tüh senin boyuna, posuna, erkekliğine!.. Bu karnı sırtına yapışmış, 40 kilo var-yok kadının her tarafı boğaz olsa ne olacak, masrafı kaç yazacak!? Sen ki; Altaylardan attığı okları Kafkaslara aşırmış bir ırkın evlâdısın!.. Yarın ebediyete intikal ettiğinde, oradaki atalarının yüzlerine nasıl bakacaksın sünepe herif!?

15. Yüzyıl, Fatih Sultan Mehmet dönemi Şeyhülislâmlarından Çelebi Alaeddin Efendi'nin tam 99 çocuğu vardı. Evlendiği zevcelerinin isimlerini ve sayısını kendisi de bilmediğinden, biz de bilemiyoruz tabii. 80 yaşında vefat ettiğinde, zevcelerinin ve çocuklarının çoğu, onun öldüğünü yıllar sonra öğrenebilmişler.

18. Yüzyıl, Beylerbeyi'ndeki  'Hamid-i Evvel Camii' imamlarından Hacı Ali Efendi'nin de tam 99 defa evlendiğini biliyoruz da, çocuklarının sayısını bir türlü tutturamıyoruz!.. Kimi kayıtlarda 164, kimilerinde ise 146 yazıyor!.. Eee, bu hesaba göre 100'ün üzerinde olduğu kesin de, küsurâtını tam çıkartamıyoruz!.. Öleceğini anladığında, mahallenin fukara sütçüsünün küçük kızı ile 100'üncü evliliğini yapmak üzereyken emeline ulaşamamış, ailesine şu vasiyeti bırakarak Hak'kın rahmetine kavuşmuş: "99 defa evlendim, hatunlara doyamadım, 100'üncü evliliğe muvaffak olamadan gözlerim açık gidiyor!..  Eğer bu sözlerimi mezar taşıma yazmazsanız, Ahirette iki elim de yakanızda olacaktır!.." demiş, yakınları mezar taşına da aynen şunları yazmışlar: "Bu dünyadan nâ-murad giden, 99 zevcesine rağmen hatunlara doyamadan ölen, merhum ve mağfur Elhac Ali Efendi ruhu içün el-fatiha!.." Bu mezar taşı Arapça olarak Beylerbeyi Mezarlığı'nda bulunuyormuş.

Ortaçağ Avrupa'sında, akıl hastaları (halk dilinde Deliler) ateşlere atılıp, yakılırken; 12. ve 13. Yüzyıl Anadolu Türkleri (Selçuklular) bu hastaları Kayseri'deki "Gevher Nesibe Darüşşifa" da, müzikle, su ve kuş sesleriyle tedavi ediyorlarmış. Biz böyle bir neslin torunlarıyken, 2002 yılında ise, Malatya'da 'Hakan Gültekin' isimli bir yobaz; "Niye müzik dinliyorsun kâfir, müzik orucu bozar!" diyerek,  'Ali Kaya Karataş' isimli kaset satıcısını sokak ortasında öldürdü!.. Olayı duyan birçok insanımız da; "Afferin lan adama, Müslüman dediğin işte böyle olur!" diyerek destek çıktılar, iyi mi? E, hani Müslümanlıkta; "Allah'ın verdiği canı sadece Allah alır" deniliyordu ya? Bu Hakan Gültekin kendini Allah mı sanıyordu acaba? Halbuki müzik; Kur'an'ın, ezanın, salânın, duanın ve mevlidin ayrılmaz bir parçası değil midir?

İşte tarih, işte büyüklerimiz, işte olaylar ve işte günümüz insanlarının halleri!? Biz ne idik, ne olduk, neden bu hallere düştük!? Şu 150 çocuklu, 100'üncü defa evlenmeye çalışan atalarımızın yaptıklarına bakınız, bir de 40 kiloluk karısı ile iki çocuğuna bakamayan ve boşanmak isteyen kocaya, müzik kaseti satanı öldüren yobaza bakınız!? Ne oldu bize, neden bu hallere düştük, bir zamanlar hallerine bizimkilerin güldüğü Avrupalılar, artık bizimkilere güler oldular!.. Hem sürekli olarak; "Müzik ruhun gıdasıdır!" diyen merhum Müslüm Baba ve muhterem Orhan Babaya karşı çok ayıp kaçmaz mı yahu!?

Ya şu Abdüllatif Şener'in CHP'ye ve Kılıçdaroğlu'na yaptıklarına bakınca, insan şu Şair Mahmut Nacar'ın 'Tuhaf İşler' şiirinde ne diyordu diye merak etmez mi?

"Desturla verdim selâmı/ Anlattım cümle meramı/ Mücevher sandım adamı/ Kalaylanmış bakır çıktı!..// Hürmet eyleyip yâdına/ Gül diktim senin adına/ Gül çıkmadı da, inadına/ Diken, çalı, çöğür çıktı!.."                         Sakin KOŞAR.

YAZARIN DİĞER YAZILARI