MADENLERİN KAMU ELİYLE İŞLETİLMESİ YOK..
1985 yılında yürürlüğe giren 3213 Sayılı Maden Kanunu, kararnameler, kanun değişiklikleri ve torba kanunlarla şu ana kadar 30 kez değişikliğe uğramış ve Maden Kanunu'nun bazı maddeleri üzerinde 31. değişikliği öngören yeni bir torba kanun TBMM'ne sevk edilmiştir.
30 kanun düzenlemesinde olduğu gibi üniversitelerin, sendikaların, meslek odalarının ve sektör bileşenleri ile toplumsal muhalefetin görüş ve önerilerini almadan demokratik katılımcılıktan uzak yapılan hiçbir düzenleme sorunları çözmeyecektir.
Meslek Odaları ve Üniversitelerin de sürece dahil edilmediği, uğruna savaşların çıktığı, silahların gölgesinde uluslararası anlaşmaların yaptırıldığı bir dönemde stratejik ve kritik madenlerimizin kamu eliyle işletilmesine ilişkin bir düzenleme teklifte yok.
Yasanın bütününe bakıldığında ise çok uluslu şirketlerin ciddi etkileri olduğu çok açık.
Büyük fotoğrafa baktığımızda bu yasa ile madenlerimizin emperyalist güçlerin ve uluslararası tekellerin eline geçebileceği açıktır ve kabul edilemezdir.
Önümüzdeki dönemde sermaye, daha çok kazanmak için doğal kaynaklarımıza ve madenlerimize daha fazla saldıracak. Bu yasa bunu gösteriyor.
Bu saldırının sonucu olarak yaşam alanlarımız daha çok katledilecek, kaynaklarımız süratle tüketilecek. Buna karşın itirazlar artacak ve mücadele daha da büyüyecek.
Bu saldırıları engellemenin kesin çözümü ise doğal kaynakların, madenlerin kamulaştırılması ve üretimin ihtiyaca göre planlanmasıdır.
TMMOB Maden Mühendisleri Odasının 2003 yılında yayınlamış olduğu ve 2019 ile 2025 yıllarında güncellediği madencilik politikaları ışığında "ülkenin kalkınmasını, toplumsal refahın artmasını" hedefleyen madencilik bilim ve tekniğine uygun, çevreye, işçi sağlığı ve iş güvenliğine duyarlı, ranta ve yandaşa dayalı olmayan eşitlik ilkesine uygun yeni ve daha kapsamlı bir Maden Kanunudur aslında gerekli olan.
Zeytin ağaçlarının taşınması ve madencilik faaliyetleri sonrası,maden sahasının tekrar ağaçlandırılarak rehabilite edilmesi ise geçmiş dönemde Yatağan ve milas'ta pratiğe dökülmemiş bir uygulama da değil aslında. Bugün Yatağandaki en büyük zeytin üreticisi Yatağan termik santralidir.
Evet enerjiye ihtiyacımız var,evet yenilenebilir temiz enerji kaynaklarına geçilmeli ve ulusal bir enerji üretim politikamız olmalı.Ancak,diğer taraftan enerji üretimi konusunda da dışa bağımlılığımız azalmalı. Bugün doğalgaz, cari açığımızın önemli bir kısmını oluşturmakta ve bunun %65'i de Rusya'dan satın alınmakta.
Paris iklim antlaşması çerçevesinde,linyit kömürü ile elektrik üretim santrallerini kapatma kararı alan Almanya gibi bir ülke bile ,Rusya her an vanaları kapatabilir endişesi ile 2038 yılına kadar çalıştırma kararı aldı.
Maalesef" aşağı tükürsen sakal,yukarı tükürsen bıyık" gibi bir durum var ortada.
İşin özüne ve tarihçesine baktığımızda;geçmişten günümüze, halkımızın madenciliğe bakışında önemli değişiklikler olduğu kesin.
Geçmiş dönemlerde,bizim sendika başkanlığı yaptığımız dönemde yani madenler ve santraller kamu eliyle işletiliyor iken, devlete bir güven vardı.Hatta TKİ'ye bağlı GELİ Müessese müdürümüz; "Yatağan'da yeraltı işletmesini devreye geçireceğiz ve en az 1000 kişilik istihdam taratacağuz" diye açıklama yaptığında kamuoyundan olumsuz bir tepki de almamıştı.Çünkü kamu yararı,yeraltı sularının zarar görmemesi,önceliğin kâr olmaması,çevre ve insan sağlığı yönündeki hassasiyeti dikkate alma ve şeffaflık konularında devlet işyerine bir güven vardı.Öte yandan devletin kestiği parmak acımaz anlayışı vardı.
Şu anda Türkiye'de yapılmakta olan ve çoğu yandaş şirketler eliyle yapılan "vahşi madencilik"var.Kâr hırsı var,rant var,güven yok.
Doğayı, ekojiyi tahrip eden, gözünü rant hırsı bürümüş tam anlamıyla talana dönmüş madencilik faaliyetleri yürütülmekte.Ne insanı ne doğayı önemsemeyen bu anlayışın en çarpıcı örneğini Soma faciasında yaşadık,301 madencimizi kaybederek. Maalesef ki yandaş şirketler kazansın denerek,işçinin kanınını, canını bile sermayeye feda edebilen bu anlayışa, halkımız da farkında.
İnsanı önemsemeyen,ağacı, hayvanları,havayı,suyu önemser mi?
Ülkemiz madenciliğinin ihtiyacı,KAMU eliyle yürütülen, planlı-programlı, işçi sağlığını temel alan, çevreyi koruyan bir madenciliktir. Böyle bir
madencilik anlayışı, hukuksuz düzenlemelere dayanarak halk ile karşı karşıya gelmez.
Maden Mühendisleri Odası'nın ısrarla dile getirdiği ve çağdaş
madencilik ilkelerinden biri olan "Yöre Halkının Onayı" ilkesi göz ardı edilmemeli, yöre halkına rağmen madencilik yapılmamalı,
madencilik faaliyetleri nedeniyle yerel halkın yaşam alanlarının ve yaşam standartlarının olumsuz yönde etkilenmesine izin verilmemelidir.Sağlıklı ve temiz
bir çevrede yaşamlarını sürdürebilme hakları korunmalıdır.
Sonuç olarak;enerji stratejik öneme sahiptir ve bir ülke için özel sektöre terk edilemeyecek kadar önem arzeder.
Kesin çözüm, doğal kaynakların ve madenlerin kamulaştırılması, doğayı ve kültürel varlıkları korumayı öncelemesi, işçi sağlını temel alması, üretimin ihtiyaca göre ve dünya kaynaklarının tüketimi ile uyumlu olarak planlanmasıdır.
Bu talep hem çok daha rasyonel ve insanidir hem de toplumsal ihtiyaçlara yanıt verecektir.
Yöre insanı ve tüm canlıların yaşamından ekolojiye, tarımdan su kaynaklarına, zeytincilikten hayvancılığa, hava kalitesinden çevre kirliliğine, diğer sektörlerle etkileşimden ekonomikliğe kadar bütün parametreler dikkate
alınmalıdır. Şunu da söyleyelim, AKP döneminde, özeleştirmeler sonucunda vahşi bir şekilde rant ve talana dayalı yapılan madencilik, kadim bir zanaat olan madenciliğe de zarar vermektedir.
Çevreyi, doğayı önceleyen,yenilenebilir ve temiz enerji kaynaklarına geçişi hedefleyecek şekilde ,bir enerji politikası planlaması gerekmektedir.
Yandaşlar eliyle yapılan, karadüzen enerji politikaları ile olmaz bu işler.
Özelleşince güzelleşmiyor.Bir kez daha görüldü...
Süleyman Girgin
27.dönem Muğla Mv