Hazırcılık!...

Hazırcılık!...

Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Bu ülke ne çektiyse hazırcılıktan çekti, artık bu devri kapatıyoruz" dedikten sonra, "Bir ürün ve hizmetin ülkemizde üretimi mümkünse gerekirse daha çok para ve zaman harcayıp bu yönde hareket etmeliyiz" ifadelerini kullandı. Ancak 2002 yılından beri iktidarda olan bir yönetimin bugüne kadar hiçbir şey yapmaması sonucu her şeyimiz ithal hale gelmedi mi?

Her şeyi bir kenara bırakırsak bile şöyle bir baktığımızda yüz yirmi altı ülkeden yüz otuz üç ayrı sebze ve meyveyi ithal etmekte Türkiye. Bunların arasında neler var, neler... Karpuz, elma, kereviz, sarımsak, susam, patates, lahana, marul, havuç, baklagiller, turunçgiller, kivi, enginar, üzüm, salatalık, armut, domates, kavun, ayva, erik, sivri biber, marul, nar, lahana, şeftali, kiraz, dolmalık biber, turp, patlıcan, muz, pırasa, hurma, zeytin, ceviz, buğday, mısır, pirinç, çay... Taze ve yaş soğan bile satın almaktayız dışarıdan. Pamuk ülkesi olarak pamuk ithal etmekteyiz. Kendi kendine yeten bir ülke, nasıl kendi karnını doyurmaktan aciz duruma geldi? Bir düşünmek gerekmiyor mu? 

Yukarıda sıralanan ürünlerin çoğu ülkemizde bolca yetiştirilmekteydi bir dönemler. Ne yazık ki yıllardır uygulanan yanlış politikalar nedeniyle köylülerimiz üretimden vazgeçti. Türkiye, uzun soluklu eğitim ve üretim çalışmasını becerememekte ne yazık ki. Gençleri sokaklarda bomboş gezen bir toplum, en değerli varlıkları için bir şeyler yapamamanın çaresizliğini hazırcılığa dönüştürmekte. Çok yazık değil mi?

Yerli üretimden kaçarak kendi kaynaklarını baltalayan bir ülkenin başarıya ulaşması düşünülebilir mi? Zira üretmeyen toplumlar dışa bağımlı hale gelir. Günümüzde olduğu gibi.

Yazık ki açık pazar olduk Batı’ya. Üstelik kürsülerde din-iman edebiyatıyla höykürdüğümüz Batı'ya… Biz onlara sövdük onlar bilim üretti… Biz onlara sövdük onlar bize ürün sattı…

Biz tembelliğe, hazırcılığa, döke-saça yemeye alıştık. Onlar daha çok çalışıp daha yeni şeyler üretmeye çalıştı. Sonuçta biz fakirleşip borçlandık, onlar paralarına para, güçlerine güç kattı…

Sistem yıllardır böyle kurulmuş, sen sadece yatıp uzanıyor ve olmayan parayı harcayıp "geleceğe" dair bol keseden borçlanıyorsun… Onlar çalışıyor, üretiyor ve kapına kadar gönderiyor... Her yerden alıyoruz… İyi alıyoruz… Güzel alıyoruz… Öyle bir alıyoruz ki, bütün dünya kıskanıyor… Boy boy, çeşit çeşit, renk renk… Nasıl olsa eloğlu defterin "gelecek" hanesine yazıyor şimdilik… Peki ya sonra…

Hatta o hale geldik ki gerçekten bu ülkenin değerleri olan fabrikaları bile elden çıkardık özelleştirme adına. Gerçek anlamda kendi üretimimiz olan bir şey kalmadı gibi… Ne olacak bu işin sonu? Düşünen yok…

Aslına bakarsanız eğer Cumhurbaşkanı bu sözlerinde ciddi ise ve bundan sonra üretim için bir çaba harcanaksa bu bizleri sevindirir. Zira zararın neresinden dönülse kârdır. Belki öncesinde yanlış politikalarla böylesi yanlışlar yapılmış ama bu geri dönüşü olmayan bir yol değildir. Umarım bundan sonra üretimin artması yönünde ciddi adımlar atılır diyorum…

Bu ülke hepimizin… Bu ülkenin geleceği, evlatlarımızın geleceğidir. Bu nedenle gerçekten de hazırcılık bir kenara bırakılıp üretim yeniden canlandırılmalı. Kapanan, kapatılan fabrikalarımız yeniden açılmalıdır. Tarlalarımızda üretim yeniden canlanmalıdır. İthalatın önüne bir set çekilmelidir.

Unutulmamalıdır ki “Üretmeden tüketen toplumlar önce haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini daha sonra da istiklal ve istikballerini kaybederler.”

 

 Bizler ülkemizi seviyoruz…

 

Arzu KÖK

YAZARIN DİĞER YAZILARI