HASTANE

Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi, olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi. Beyit'i günümüz Türkçesi ile: "Halkın gözünde en değerli şey devlettir. Oysa şu Dünya'daki bir tek nefes, en büyük güçtür ve ondan büyük devlet olamaz" demektir. Düşününüz! Kanuni Sultan Süleyman sağlığın ne denli önemli olduğunu beyit ile belirtmiştir. Bir rahatsızlık nedeniyle 2017 yılının dört gününü hastanede geçirdim. Söz konusu hastane, (Günümüzde otopark olarak kullanılan, eski devlet hastanesi, şimdi otların bürüdüğü, araçların park ettiği ve onca binanın yıllarca, öylesine beklediği, bir yer, oldu) Gelip geçen yurttaşlar, binalara ve hastaneye bakarak sadece -yazık paralara- diye mırıldanıyor  ve binalar öylece sonlarının, ne olacağını bekliyor! 

TAŞERON DENİLEN TUHAF ORGANİZASYON

O günlerde beni tedavi eden emekli Uzm. Dr. Nezih Tuncay beye bugün tekrar teşekkürlerimi sunuyorum. Çünkü işinde; her meslektaşı gibi başarılı, çalışkan ve olağanüstü gayretli bir tabipti. Ancak hastaneye ne demeli: Örneğin: Hastalara hizmet akışı "Taşeron" denilen tuhaf organizasyon nedeniyle, bir gün ölü evinde, bir gün düğün evinde çalıştırılan personelden alınan sıfır kalite hizmet çok başarısızdı. Mesela: Yemek, WC, koğuşlar, refakatçilerin durumu ve özellikle temizlik, inanılmaz derecede 10 üzerinden 2 ilâ 4 puan alabileceği bile meçhuldü. "Neden böyle?" diye düşünseniz boşuna düşünmüş olurdunuz, çünkü yanıtı olmayan bir soruydu. 

TANRI EKSİKLİĞİNİ ÇEKTİRMESİN
Sağlıklı iken: "Allah, eksikliğini çektirmesin" denilen hastane, içine girildiğinde ise: "Aman Allah düşürmesin!" dedirten duruma dönüşüyordu. Görünce, neden özel hastaneler mükemmel hizmet veriyor da, devletin hastaneleri "Aman Allah" dedirtiyor? Diye kendinize soruyordunuz, fakat cevabı yoktu(!) 

HER ŞEY, HER YERDEYDİ!

Başhekim ve idari ofislerin bulunduğu binanın; yataklı tedavi bölümüne doğru yöneldiğinizde merdivenleri tırmanıyor ve son katın giriş bölümüne ulaşıyordunuz. Bu alanda hastane yönetiminin; disiplinsiz, vurdumduymazlığı an itibarı ile gözünüze çarpıyordu. Çünkü her şey, her yerdeydi. Dolaplar, çöp torbaları, temizlik malzemeleri; süpürgeler, faraşlar, paspaslar, yemek tepsilerinin konulduğu basamaklı biriktirme ve bekletme sehpaları. Ayrıca başhekim makamına, yenisi alındığı için atmaya kıyamadıkları, -Ama varsın yurttaş otursun- diye lütfedip girişe koydukları eski deri koltuklar, çoğu zaman birilerinin kıçını devirip yattığı pofuduk yatağa dönüşüyordu. Çünkü biz millet olarak, her şeyi, önünde sonunda kendimize benzetiriz.  

SALDIM ÇAYIRA. 

Kapı ve pencerelerin açık tutulması nedeniyle fırtına gibi esen rüzgârın, kapıları çarpması ve o çarpmanın gürültüsü, yanı sıra yardımcı personelin dikkatsiz davranarak yere düşürdüğü metal eşyadan çıkan tiz sesler, hastaneden çok, hareketli ardiye depolarına benziyordu. Sesli, kirli, gürültülü patırtılı ve düzensiz görüntüden hastane yönetimi bihaberdi. ".yahu n'oluyor, bu gürültü ne? Hastalar rahatsız oluyor" gibi müdahale düşünülmüyordu. Çünkü ulusal deyimlerimizden biri her zamanki gibi öne çıkıyordu: "Saldım çayıra, mevlâm kayıra" 

REFAKATÇİ 

Refakatçinin ne olduğunu hepimiz biliriz. "Refakatçi hastane personeli gibi; hastanın altını temizleyen, WC'ye koltuklayarak götüren veya altına saksı tutan, yemeğini alıp yediren, diğer tüm gereksinimleri yerine getiren yaşlı hasta yakınına refakatçi deniyor" Öyle ki, erkek koğuşlarında bile hastanın eşi veya anası bu bakımı erkeklerin içinde geceli gündüzlü üstleniyordu ve sandalyede uyuyordu. Böylece -8- kişilik hasta koğuşunda -12- kişinin yaşaması da, zorunlu hale geliyordu. Bu koğuş düzenini bir iş bilir, sistem haline getirmiş. Aklıyla bin yaşasın, tabii yaşıyorsa, vefat ettiyse Tanrı rahmetini esirgemesin. Ancak sistemde refakatçi, hastasına hizmet verirken kendi sağlığını koruyamıyordu, yani hizmet türünde böyle küçük bir ayrıntı vardı(!) Bu durumun oluşturduğu içler acısı bir görüntüydü. Bazı koğuşlarda refakatçiler gece yere serdikleri herhangi bir şeyin üzerinde yatıyordu!!! Bu görsele tanık olmasam inanmazdım. 

YEMEDE YANINDA YAT

Beslenmeye gelince. Kahvaltı ve iki öğün yemek verilirdi! Yiyecekler yemek atölyelerinde ve büyük kazanlarda pişen yemekler özel gıdalardı! Niteliği yemekti, ama önemli olan açlığı bastırmak, mideyi doldurmak için kullanılıyordu. Lezzet, aroma, nefaset hak getire. Yoğurt da, sanayi ürünü olduğundan kaşıkladığınızda oldukça tuhaf bir tatla karşılaşıyordunuz. Çorbalar, ilk hamlede açlık giderici yiyecek olduğundan lezzet vs. pek aranmıyordu. Ama paketlenmiş ekmeği açtığınızda ekmek kokusu yerine maya kokusu iştahınızı engelliyor! Kim bilir kaç gündür gelip gidiyordu! Ama çaresizsiniz evinizde değilsiniz, tencere yemeği burnunuzda tütse de açlığınızdan ötürü ıkına sıkına yemek zorundasınız. Tabii şimdi eleştirileceğim, biliyorum.  -Hasta, normal bir kişi gibi yemek yiyemez-  bu tıbben böyle bunuda kabullenmek zorundayız. Ama gelin görün ki, özel hastane bu sorunu çözüme kavuşturmuş! O zaman içinizden, yerel ağız ile: "Ah ülen para ah. Iccak cep gördünmü, oreye girip yerleşiyoosun. Bizim ceplee delik, özger altdan girip üstden çıkıyoru, n'pam!" diye mırıldanıyorsunuz.

TUVALETLER  BU KADAR MI TEMİZ OLUR!

60-70 kişiye hizmet veren iki WC 7/24 aktif. Bu noktada temizlik 10 üzerinden 2 puan alabilecek paspas temizliği olarak gerçekleşiyordu. Lavabolara konulan sıvı sabunla yüzünü yıkayan yurttaşın haline acımamak vicdansızlıktı! Yurdumuzda bu gibi durumlarda "Allah koruyor" deriz. Oysa insanımız dertlerine çare ararken, cehaleti ile yaptığı yanlışlıklar yeni sıkıntılara kapı aralıyor. WC'lerde en gerekli olan pisuar! Ancak hastanede yok!(Gerçi tuvalet kültürü gelişmemiş bir ülkeyiz ama.) Bunu hangi üstün zekâ kaldırmış ve neden kaldırmış merak etmemek mümkün değil! Hasta tuvalet kuburuna, idrarını boşaltırken etrafa sıçratıyor ve olağanüstü kirletiyor! Bir sonraki şahıs ise def-i hacet için aynı zemine çömeliyordu. Yurttaşa yaşatılan bu utanılası hâl; hastanede gerçekleşiyordu! Daha ne perişanlıklar, ne perişanlıklar! WC'de pantolonunu indirirken sonda torbasını farkına varmadan düşüren hasta, işi bittikten sonra toplamayı unutup yerde sürüyerek götürürken, uyarılması sonucu alıp beline koyan kimsesiz yaşlılar sözüm ona hastanede tedavi oluyordu!
 

BOŞVER ARTIK BURADAN GİDİYORUZ 

Bu denli; kuralsızlık, umursamazlık, adam sendecilik, bananecilik "Araştırma hastanesine taşınılacağı için" diye yorumlanabilir di! Ancak hastane yönetimi orada da, bu tür umursamazlıklara izin verirse; önce insanımıza ayıp olur! Ama en önemlisi, insanımızın kendi malına karşı tutumundan ötürü ayıp olur. Unutmayınız ki, bu yapılar, sizden toplanan vergilerle dikiliyor. Onun için bunlar hepimizin öz malı.  

    

    






YAZARIN DİĞER YAZILARI