AŞK VE NEFRET

AŞK VE NEFRET

Dünyada her şey zıddıyla vardır. Materyalist felsefenin temeli olan diyalektikle açıklanır bu durum. Maddenin kendisi, aynı zamanda zıddını da içinde barındırır. Çekirdek, ağaçtan olur. Ağaç da çekirdekten. Çekirdek ağacın, ağaç da çekirdeğin zıddıdır. Çekirdek ağacı, ağaç da çekirdeği içinde barındırır.

Aşk ve nefret de tıpkı buna benzer. Aşk nefreti, nefret aşkı doğurabilir. Bunlar, birbirlerinin zıddıdır. Her ikisi de aşırı duygulanmayı anlatır. Aşk, çok güçlü biçimde birlikteliği isteme duygusudur. Birliktelik süreklilik kazandığında yerini arkadaşlığa ya da birbirini yükmüş gibi görmeye bırakabilir.

Aslında aşkla nefret arasında öyle sanıldığı gibi aşılmaz duvarlar değil, ince bir çizgi vardır.

Bu nedenle birbirlerine dönüşebilirler. Aşk nefreti, nefret aşkı doğurabilir.

Aşk, genel anlamda bir kişinin başka bir kavram ya da varlığa duyduğu güçlü bir duyguyu/sevgiyi /birlikteliği aşırı derecede istemeyi anlatan bir kavramdır.

Biz, halk arasında anıldığında ilk akla geleni üzerinde duracağız. Karşı cinsler arasındaki çok güçlü gönül bağını sözümüze konu edeceğiz.

Çünkü bu güçlü duygu, büyük çapta insanlar arasındaki ilişkileri şöyle, ya da böyle belirleyen önemli bir etkendir.

Bunun için kişiler arasında cana kıyımlara, kendi canına kıymalara yol açmıştır.

Halk öykülerinin, masallarının, türkülerinin, manilerinin tümüne yakınında aşk, temel belirleyici olmuştur. Bu nedenle bu üç harfli sözcük, toplumsal yaşantımızda çok önemli bir yer tutar. Açıkçası özellikle bizim toplumumuzda onsuz bir yaşam düşünülemez.

Bu, öylesine bir ateştir ki düştüğü yeri yakar. Hiç kimse de bundan uzak duramaz. Şöyle ya da böyle herkesin bu ateşin kızgın demiriyle yüreği dağlanmıştır. Kimisinin gönlünde şiddetli bir ateş, kimisinin gönlünde sönmeyip küllenen bir kor, kimisinin gönlünde de her an yanmaya hazır kömürleşmiş bir maddeye dönüşmüştür.

Bu duygu öylesine güçlüdür ki, Kerem'e sırf Aslı'sının kucağında yatma pahasına otuz iki dişini çektirme, Ferhat'a dağı delme gibi olağandışı eylemler yaptırmıştır.

Bu iki duygunun birbirine dönüşebileceğini vurguladık.   Denilecek ki "Bu nasıl oluyor?"

Bir kişi, karşı cinsten birisine ilgi duyunca onun kusurlarını göremez. İyi ya da güzel olarak gördüğü bir durumu gözünde büyütür. Ona ulaşamazsa her geçen gün karşı tarafa ilgisi çığ gibi büyümeye başlar. Öyle bir an gelir ki artık hayalinde hep o vardır. Gözü başkalarını görmez. Başkalarının ne diyeceği, ne isteyip ne istemeyeceği onu ilgilendirmez. Gelenek-görenek umurunda olmaz. Gerçeklere karşı adeta gözü kör, kulağı sağır olmuştur. İrade ve mantığı duygularının çok gerisinde kalmıştır.

Bu nedenledir ki halk arasında "aşkın gözü kördür." denir. Aşk, bu konuda bir aracı kavramdır. Asıl gözü kör olan aşk değil, o kavramın ateşinde yanmakta olan kişinin kendisidir.

Her şeyini aşkla bağlandığı kişiyle paylaşmak ister. Hiçbir karşılık görmese de neyi var neyi yok onun yararına sunar. Gece-gündüz hayalinde hep o vardır. Derin uykudan uyandığı zaman onun hayaliyle yaşamaya başlar. Kendisini karşı tarafa beğendirecek küçük kahramanlıklar hayal eder. Uykuları kaçar, uyuyamaz olur.

Bu aşama halk arasındaki "karasevda" aşamasıdır. Sevdanın karasına batan bu kişi, her türlü yola başvurarak ona ulaşabilmenin yollarını arar.

İşte bu, en tehlikeli bir zamandır. Kendinden beklenmeyen her yolu dener. İyiyi kötüden, kötüyü iyiden ayıramaz olur. Kafası donmuş, aklı durmuş, gözü gerçekleri göremeyecek derecede kör olmuştur. Duyguları, aklının, mantığının, iradesinin önüne geçmiştir. Aştan, ekmekten kesilmiştir. Çiğnediği her şey ağzında çoğalır. Yutamaz olur.

Bu tek yanlı aşk, kişiyi çıldırtır. Canına ya da başkalarını canına kıyabilir. Âşık olduğu kişiye zorla sahip olmaya, erkekse zorla kaçırmaya yönelir.

Uyur-gezer gibidir. Çevresiyle ilgilenmez. Bir düştedir sanki.

Bu durumda az önce sayılanlar dışında kişinin önünde iki yol vardır:

Biraz da olsa iradesini kullanabilecek durumdaysa ve olanakları elveriyorsa bir doktor yardımını almak ya da akıl hastalıkları hastanesine gitmek.

"Anladık da bu aşk, nefrete nasıl dönüşür?" diye sorulacaktır.

Eğer, aşk ateşi bedenin her yanını sarmamışsa, âşık olunan kişi, sorumsuz, karşı tarafı önemsemez ona açıkça değer vermez tavırlar içindeyse, zamanla bu durum giderek âşık olan kişinin kafasındaki buzların erimesine, kör olan gözlerinin açılmasına yol açabilir.

İşte o zaman kişi, karşı tarafın bu durumlarını baştan beri gözden geçirmeye başlar. Nasıl aptal yerine konduğunu düşünerek önce kendine sonra da karşısındakine öfke duymaya başlar. Hep veren, özveride bulunan, aradaki soğukluğu düzeltmek için olağanüstü çaba harcayanın kendisi olduğunu fark eder. Bu durum, git gide öfkenin de ötesinde bir duyguya dönüşür. Artık o kişi, görmeye can attığı kişi olmaktan çıkar. Bu sefer de aşk, yerini aldatılmışlıktan dolayı gittikçe artan kızgınlığa dönüşür. Kişi, âşık olduğu kişiye karşı nefret duymaya başlar. Böylelikle de aşk, nefrete dönüşür.

Bu durumun tersine dönmesi de mümkün mü? Evet mümkün. Eğer karşı taraf, o zamana kadarki eylem ve tutumunu tam tersi yönde değiştirebilirse zaman içinde küllenen kor yeniden alevlenerek aşka dönüşebilir.

Demek oluyor ki her şey bizim beynimizde biçimleniyor. Kişinin iyi yanlarını ya da kötü yanlarını sürekli belleğimize işleme sonucu, bir kişiye âşık da olabiliriz; nefret de edebiliriz.

Duygularımız, zaman içinde güçlü uyaranlar nedeniyle beynimiz aracılığıyla aşka da dönüşebilir, aşktan nefrete de. 12.11.2021

Nuri Çelik

YAZARIN DİĞER YAZILARI