İSLAM TOPLUMLARININ VE TÜRK HALKININ KURTULUŞU

İSLAM TOPLUMLARININ VE TÜRK HALKININ KURTULUŞU

İnsanımız, eskilerden beri itaate koşullanmıştır. Hep yönetenler ya da büyükleri emretmiş; o da sorgulamadan buna uymuştur. Savaşması söylenmiş, savaşmış. Gerekirse ölmesi söylenmiş, savaşarak ölmüş. Aile büyükleri birisiyle evlenmesini istemiş, itiraz edip sorgulamadan evlenmiş. Hatta yeni doğduklarında “beşik kertmesi” yoluyla kiminle evleneceğine karar verilmiş. Eline silah tutuşturulup birisini öldürmesi istenmiş, sorgulamadan gidip öldürmüş. Bunlara da “töre” denmiş.

Ailede ona büyüklerin dediklerini sorgusuz uygulaması öğretilmiş. Okulda da birtakım kuru bilgiler ezberletilmiş ama sorgulama, neden ve niçin sorularının sorulması, aklın kullanılması öğretilmemiş. Böyle bir eğitim verilmemiş. Türk halkı ve bir buçuk milyarlık İslam toplumu bu nedenle körü körüne itaate koşullandırıldığı için bilimde ve teknikte geri kalmış; Batılı sömürgenlerin sömürü aracı olmuştur. Batının çıkarları uğruna bu koşullanma, işbirlikçi yöneticiler tarafından birbirlerini kırmakta kullanılmış ve kullanılmaktadır.

Yani büyüklerin dediğinin yapılmaması gerektiğini mi söylemek istediğim sorulabilir. Elbette bunları demek istemiyorum. Benim anlatmak istediğim, büyüklere saygı göstermeyelim düşüncesi değil. Bunları bilerek ve kendimiz istediğimiz için yapalım diyorum. Körü körüne bir itaatten bu topluma yarar gelmez diyorum. Sorgulayan, bir şey yapacaksa bunu bilinçli yapan bireyler olalım diyorum.

Bir zamanlar, Hıristiyan halkın çoğunlukta olduğu ülkelerde, yani Avrupa ülkelerinde durum körü körüne itaate koşullanma biçimindeydi. 380 ile 1493 yılları arasında koyu bir bağnazlık ve din baronlarının halkı baskı, acı ve gözyaşı içinde yönlendirdiği, başta bulunan kralların da buna uyduğu 1100 yıllık bir engizisyon dönemi yaşandı. Böyle bir toplumsal işkence dönemi önemsenmeyebilir. Yüzlerce yıllık bir baskı, acı ve gözyaşı döneminden söz ediyorum. İnsanların inançlarından dolayı diri diri yakıldığı, nerede bağnazlığa uymayan kişi ya da toplum varsa üzerine papaların kışkırtıp ordular göndererek doğacak olan o aydınlığı acımasızca yok ettiği uzun bir dönem sürdürüldü. Hıristiyan ve Müslümanlar arası bir çatışmaya da dönüşen bu haçlı anlayışı, yine aynı çevrelerin kışkırtmasıyla kendi aralarında yüz yıl ve otuz yıl savaşları denen mezhep savaşlarıyla da Avrupa insanı uzun yıllar acı, işkence ve ölüm dönemleri geçirdi. Sonra dinde reform, Fransız İhtilali yardımıyla laik bir düzene geçerek dinin toplum üzerindeki yıkıcı etkisi tarihe gömüldü. Baştan serüvencilerin başını çektiği denizaşırı ülkelere seferler düzenlendi. Kendi sınırlarının ve yüzölçümlerinin çok üstünde sömürgeler elde edip zenginleşerek bir Rönesans yaşadılar ve sömürü gücü oldular. İbni Sina ve İbni Rüşt’ün batı dillerine çevirdiği kitaplar sayesinde eski Yunan antik çağının biliminden yararlanarak bir Batı Uygarlığı yarattılar. Kurtuluşları, din baskısından kurtularak düşünen, sorgulayan bir ileri eğitim sistemi kurmaları ve gerçek anlamda bir laik toplum yaşantısını benimsemeleri ile mümkün oldu. Elbette bunu da sömürgelerden sağladıkları artı değerler ve onların emeklerinin sömürülmesi üstüne kurdular. Büyük düşünürler, ozanlar, yazarlar ve öteki sanatçılar bu sömürgeden gelen artı değerin yarattığı bolluk içinde doğdu. Bilim ve teknikte hızlı bir gelişim sağlandı. Kısa sürede bugünkü Batı Uygarlığı dediğimiz hızlı bir gelişimin sahibi oldular. Günümüzde özellikle İslam ülkeleri olmak üzere tüm geri kalmış, geri bırakılmış ülkeleri acımasızca sömürmektedirler.

Emevi Arapçılığının saltanat ideolojisinin ya da İngiliz’in Vehabi anlayışının din diye toplumların önüne konması sürdükçe Hıristiyan ve Musevi işbirliğiyle sürdürülen sömürü düzeni yıkılamayacak, İslam toplulukları da Batı sömürüsünün bir aracı olmaktan kurtulamayacaktır. Bir yandan sömürülen, öte yandan da cennet vadiyle din sömürü aracı olarak kullanılmak suretiyle birbirine kırdırılan İslam toplumu aymazlık uykusunu sürdürecektir. İslam toplumunun kurtuluşu gerçek bir laik düzene geçmek, Türkiye’nin kurtuluşu da öncelikle hurafelerden ayıklanıp okumayı, düşünmeyi, aklını kullanmayı, sorgulamayı temel alan bir anlayışı öngören din anlayışı ve çağdaş bir eğitime dönmesiyle mümkün olacaktır.

Türkiye, önce tek adamlık zihniyetini yenerek parlamenter düzeni yeniden kurup laikliğin tam uygulandığı çağdaş bir hukuk ve eğitim düzenine geçmek zorundadır. Eğer dünyada saygın bir ülke olmak istiyorsa! 16.01.2018

Nuri Çelik (em. Ed. Öğretmeni-Araştırmacı Yazar)

YAZARIN DİĞER YAZILARI