ORMAN YANGINLARI VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

ORMAN YANGINLARI VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Prof. Dr. Kemal Kocabaş

 

"Biz fakirdik ama iyi insanlardık/Bolluk yıllarında da/Felâket günlerinde de/Seni yanı başımda gördüm/Güzel aydınlık/Tatlı aydınlık" Necati CUMALI

 

                2 Ağustos Pazartesi günü İzmir'de sosyal medyadan köyüm-kasabam Kavaklıdere'de orman yangın başladığını öğrendim. Akşam geç vakitlere kadar yangın hakkında bilgi almaya çalıştım. Kasabaya  ve diğer  komşu köylere, diğer yerleşim yerlerine  ulaşıp ulaşmadığını öğrenmeye çalıştım. Doğup, büyüdüğüm, şekillendiğim coğrafya ile kurduğum aidiyet ilişkisiyle merak içindeydim. Zira o muhteşem doğasıyla Kavaklıdere ve çevresi çocukluğumun cennetiydi. 3 Ağustos Salı günü  Kavaklıdere'deydim.

GÖZLEMLERİM

                Kasabada olağanüstü bir yoğunluk vardı. Ülkenin her yerinden gelen iş makinaları ve  yangın  söndürme ekipleri göze çarpıyordu.  Önce yeğenlerimden gerekli bilgileri aldım ve onlarla yangın bölgesine ulaştım. Yangın Bozdoğan'da çıkmış sonra rüzgarın etkisiyle bu bölgeye ulaşmıştı. Kavaklıdere'ye ve Menteşe köyüne yaklaşık bir kilometre mesafede durdurulmuştu. Yeğenim yaklaşık 25 kilometre uzunluğunda yanan bölgeye göstererek bu fidanları Orman İşletmesi işçileriyle beraber  1990 yılında biz dikmiştik dedi.  Yani yanan orman yaklaşık 30 yılda bu hale gelmişti. Arada dumanlar çıkıyordu, ama yangının kontrol altında olduğunu ifade ediyorlardı yetkililer.  Hemen burada önemli gözlem ve saptamalarımı  belirtmek durumundayım. Bu yangın daha sonra Menteşe ve Çatak mahallelerine, oradan da  Göktepe Dağ'ına kadar ulaştı. Burada yangın yönetimi ile ilgili bir organizasyon ve öngörü  sorunu yaşandığını düşünüyorum. Yangının uç bölgeleri iyice soğutularak, geniş şeritler açılarak ve ekiplerin bir bölümünü buralarda tutarak  yangın kontrol altında tutulabilirdi  diye düşünüyorum. Burada sürecin iyi yönetilmediğini  gördüm.

DAYANIŞMA

                Yangın felaketinin en olumlu gözlemi, ülkenin her köşesinden gelen yardım ekipleri ve Kavaklıdere'ye gönderilen malzemelerdi. Kavaklıdere Lisesinin önü ve futbol sahası değişik yerlerden gelen yiyecek, içecek  ve giysilerle doluydu. Bunlar buradan gereksinimi olanlara ve ekiplere iletiliyordu. Bu sivil dayanışma kültürü halkımız yüreğinden ürettiği bir güzellik. Onur duydum.  Tıpkı girişteki Necati Cumalı'nı "Biz fakirdik ama iyi insanlardık/Bolluk yıllarında da/Felâket günlerinde de" dizeleri gibi.  Daha sonra TV ekranlarında  Milas ve Marmaris yangınlarında dışardan gelen ekiplere yemek getiren, çay ikram eden halkımızın bu güzel özelliklerini heyecanla, sevgiyle  izledik hep beraber. Ayrıca yine TV ekranlarında bu yangınlarda en çok etkilenen doğayı beraber paylaştığımız canlıları korumak, onları yangın dışına çıkarmak için verilen mücadele  de güzel fotoğraflar olarak yüreklerimizde yer aldı.

ORGANİZASYON VE  SÜRECİ YÖNETMEK

                Organizasyon ve süreç yönetiminde maalesef Türkiye olarak sınıfta kaldık. Önce şu saptamayı yapmak durumundayız. Dünyadaki yaygın karbon salınımı nedeniyle bir küresel iklim sorunu yaşandığına ve bunun da sel felaketi ve yangınlar olarak doğayı tahrip ettiğine ilişkin bilimsel bilgiler özellikle  son on yıldır hep rapor edildi, konuşuldu. Buna rağmen Türkiye'nin bu tür olası felaketlere karşı bir hazırlığı ve öngörüsünün olmadığı ortaya çıktı.   Özellikle yangın söndürme filosunun olmaması, değişik ülkelerden süreç içinde uçak aranması uzayda yer kiraladığı (!) ifade edilen bir büyük ülke davranışı değildi. Çok açık ki orman yangınlarından Orman Bakanlığı sorumludur. Orman Bakan'ın ve sonra Cumhurbaşkanı'nın  yangınlardan yerel yönetimlere sorumlu tutmasını anlamak zordu. Orman Bakanı ve mülki idarenin ulusal soruna dönüşen yangın felaketinde yerel yönetim sorumlularını dışlamaları şık ve zarif davranışlar değildi. Özellikle Antalya Büyükşehir Belediye Başkanının uçak ve helikopterlerin iktidar partisi yerel yöneticileri tarafından yönlendirildiği iddiası çok acıydı. Kavaklıdere'de yangın söndürme süreçlerinde yer alan yeğenlerime sorduğumda uçak ve helikopterlerin yangına müdahalesinin çok sınırlı kaldığını tanıklıklarıyla aktardılar.

YANGIN,  SİLAHLI KUVVETLER VE TÜRK HAVA KURUMU

 

                Yangın, sel ve deprem  gibi felaketler  ulusal bir uğraş ve dayanışmayla aşılacak sorunlardır. Ülkeyi yöneten kadroların 1925 yılında kurulan ve halkımızın kurban derisi bağışlarıyla kendisini yaratmaya çalışmış olan  Türk Hava Kurumuna yönelik aldığı tavır, atanan kayyum, içinin boşaltılması ve işlevsizleştirilmesi  bu süreçte haklı olarak büyük tepki gördü. Halkımız bu durumu haklı olarak Cumhuriyetin kurumlarına yönelik ideolojik bir tavır olarak algıladı. Dileğimiz Türk Hava Kurumunun aynı işlevini tekrar kazanmasıdır.  Türk Silahlı Kuvvetlerin darbe yapmasını asla istemem.  Ama her tür felaketi  yurt savunması gibi algılayarak  görevini kesinlikle yapmalıdır. Ama genel algı bu görevin iktidar tarafından engellendiğidir.  Siyasal iktidar, anladığım kadarıyla silahlı kuvvetlerin halk ile temasını istemiyor ve  toplumda bu çabalarıyla saygınlık kazanmasına sempatiyle bakmıyor. Silahlı Kuvvetler bir tapu müdürlüğü gibi asla düşünülmemelidir. Orman yangınlarına, sel felaketlerine ve depremlere  tüm teknik donanımla halkın dayanışmasının içinde mutlaka olmalıdır.  Son günlerde yangının sonlanmasına doğru yer yer görev almaya başladılar. Ama çok geçti.

ÇIĞLIKLAR, LİYAKAT

                TV ekranlarından felaketi acıyla izledik. Yerel yöneticilerin, milletvekillerinin ve halkımızın çığlığı TV ekranlarına yansıdı.  Özellikle  Kemerköy Termik Santralın yanacağına ilişkin haykırışları  ve çığlıkları karar vericiler tarafından  görülmedi, duyulmadı adeta.   Bu süreçte Muğla'nın her köşesindeki arkadaşlarımızla iletişim halinde olduk. Onların bazıları teknelerle yaşadıkları yerlerden tahliye oldular. Bir bölüm arkadaşım yaşadıklarını aktardılar, sosyal medyada paylaştılar. Tüm bu çığlıklar ve yaşanılanlar kamuda liyakat denilen kavramın, akıl ve bilimin rehberliğinin, demokratik bir toplum olmanın   ne denli önemli olduğunu bir kez daha gösterdi.  Yangın sürecinde bazı yöneticilerin liyakatsızlığı çok belirgindi. Herkesin ortaklaştığı;   Orman Bakanı'nın  bu süreci yönetemediği ve ülkenin bu  tür felaketlere karşı bir hazırlığının olmadığı gerçeğidir. Yangın söndürmek için ihale açmak ülkenin ormanlarını kapitalizmin jargonuna bırakmak büyük talihsizlikti.  İhale açmak deyimi kulaklarımızı tırmaladı adeta.  Ülkeyi yönetenlerin  bu tür felaketlerde  tüm yurttaşlarına ve bölgelere  eşit-adil davranış sergilemesi en önemli dileğimizdir. Zira ormanlar tüm ülkenindir, kamunun en değerli zenginliğidir.  Türkiye, 2021 yılında  felaketle ilgili  bu  fotoğrafları hak etmiyor...

SONUÇ OLARAK

                Depremler, sel felaketleri, Covid salgını ve yangınlar. Felaketlerden geçerek hayatlarımızı şekillendiriyoruz. Son felakette, gece-gündüz  yangın söndürme imecesinde emekle-onurla yer alan yurttaşlarımızı, söndürme ekiplerine, yerel yöneticilere, milletvekillerine    selamlamayı bir görev sayıyorum.  Muğla'da ve ülkemizin her köşesinde yaşan bu felaketten büyük  acı duyuyorum, bu acıların çoğalmaması için iktidardan acil, radikal, hızlı müdahaleyi yurttaş olarak talep ediyorum... Türkiye, üzgün yurdum, güzel yurdumun biran önce aydınlığa doğru yol almasını diliyorum.

 

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI