ORMANLAR YANARKEN TÜRKİYE FOTOĞRAFLARI

ORMANLAR YANARKEN TÜRKİYE FOTOĞRAFLARI

Prof. Dr. Kemal Kocabaş

 

            Dün başlayan orman yangınları ve ülkedeki kaotik durum hepimizi endişelendiriyor. Bu sabah yazımı göndermeden şairlerimizin dizelerine baktım. Ahmet Arif'in "Nerede bir can ölse, oralı olur yüreğim. Olmalı zaten. Olmazsa insan olmaz yüreğim" dizeleri yangın, doğa ve insan duyarlılıklar anlamında yüreğimizin sesi oluyor. Edip Cansever'in "Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar/Ve dağılmış pazar yerlerine memleket/Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile" dizeleri ise içinde bulunduğumuz yönetilememe durumu ve çaresizliğimizin sesi olurken  Hasan Hüseyin'in "Yaprak döker bir yanımız/ Bir yanımız bahar bahçe" dizeleri de içinde bulunduğumuz ruhsal durumu  yansıtıyor. İyi ki şairlerimiz var, onlara  selam olsun.

            Doğduğum, çocukluğumun  cenneti Kavaklıdere, Muğla'da bir orman köyüydü. Şimdi ise çam ağaçlarıyla donatılmış yemyeşil coğrafya ile  ilçe merkezi olan  küçük bir  kasaba. Çocukluğumda  o güzelim çam ağaçlarının arasında babamla birlikte bizim çıntar dediğimiz kırmızı mantarı  aradığımız güzel günler film şeridi geçti geçti gözlerimin önünden. Orman ayrıca doğayı beraber paylaştığım canlıların eviydi, yaşam alanlarıydı.  Çocukluğumda her yaz orman yangını çıkardı. Yangını, ormanın mevsimlik yangın emekçileri  yangını söndüremezse  askeri birlikler de yangın söndürmek için köye gelirlerdi, köylülerin de katılımıyla yangını söndürürlerdi.   Göktepe dağının eteklerindeki yangın atıkları  yangın sürecinde köye kadar düşerdi.  Okul bahçesine çıkar yangını izlerdik. Çocuksu dünyamda yangını hep doğanın yok oluşu  olarak  görür,  ormandaki canlıları düşünürdüm. Yanan ormanın tekrar eski haline dönmesi en az yirmi yıl alırdı. Kavaklıdere bir orman köyüydü. Orman halkın geçim kaynağıydı adeta. Kavaklıdere'de  şimdi ormanda çalışmış   çok sayıda emekli yaşıyor.

            Ağustos ayı sonuna doğru yaklaşık sekiz aydır üzerinde çalıştığım  "Pamukpınar  Aydınlığı" kitabı baskıya girecek, ona yoğunlaşmayı planlamıştım. Ayrıca   yaşadığım bazı sağlık sorunları nedeniyle de bu ay köşe yazısı yazmamaya karar vermiştim. Gazete sahibi arkadaşlarıma not düşmüştüm.  Ama dün TV ekranlarında önce Manavgat'ta sonra Ege'deki tatil belgelerinde yaşanan yangın  görüntülerini izlerken içim yandı, daraldım. Düşüncelerimi, gözlemlerimi yazmak gereksinimini hissettim.

            Dünya bir küresel iklim değişikliği yaşıyor. Bu anlamda yaz aylarında bazı bölgelerde sel felaketleri, bazı bölgelerde 45 dereceye yaklaşan sıcaklıklarla değişen meteorolojik koşulları yaşıyoruz. Kapitalizmin para kazanma hırsı ve doğadaki dengelerin bozulması, karbon salınımının artması   bu süreçlerin nedeni olduğu çok açık.  Önce Manavgat'ta başlayan ve sonra Ege Bölgesi'nde pek çok noktada  ortaya çıkan  yangınlar yurttaşlarımızın dikkatsizliği, atmosferdeki değişen nem oranı vb. gibi nedenlerden çıktığını söylemek zor.  Tüm ülke kasıt iddiasında, sosyal medyada bu konuda yaygın bir kanı var.  Bir taraftan "akıl ve bilim dışı" aşı karşıtlığı ve yaygınlaşan   salgın diğer yandan  Bolu Belediye Başkanının ötekileştirici-ayrıştırıcı  açıklamaları, ülkedeki derinleşen göçmen sorunları. Karşımıza çıkan  delik deşik olmuş  sınırlardan  kolunu sallayarak geçen mülteciler. Mültecilik bir sonuçtur. Hiç kimse vatanını bırakarak yabancı bir ülkede yaşamak istemez. O nedenle mültecileri suçlamak yerine bu sürece izin  veren kara vericilerin kararlarını, büyük devletlerin ve bizi yönetenlerin  senaryolarını itiraz etmenin  daha doğru olduğunu düşünüyorum.

            Dün  TV ekranlarında yangını izlerken Antalya köylerindeki yurttaşlarımızın  yangın karşısında yaşadıkları çaresizliği, kanser hastası teyzenin yastığın içine koyduğu tedavi parasını kurtaramaması   nedeniyle yaşadığı acıyı, manken Tuğba Özay'ın tüm yaşam birikimiyle ürettiği çiftliğin yanması nedeniyle yaşadığı travmayı yüreğimde hissettim. Evleri yanan, hayvanlarını kurtarmak için çırpınan,  evlerini, ağaçlarını kaybeden insanlarımızı izlerken yüreğim yandı. Eğer ormanlar "örgütlü bir kötülük" için yakılmışsa, ki öyle gözüküyor mutlaka diyeceklerimiz olmalı. Ormanları yakmak, insanlığı, doğayı, çevreyi  yakmaktır... Sivas'ta insanlarımızı, şairlerimizi yakanlardan farkı asla yoktur. Doğayı, doğada beraber yaşadığımız canlıları yakmak demektir. O güzelim keçileri, koyunları, kaplumbağaları, tavşanları, böcü börtüyü, köylümüzün eşeğini, ineğini yakmak, eko sistemi yok etmek demektir. O köylerde yaşayan insanlarımızın umutlarını, yaşam sevinçlerini, geleceklerini yakmak demektir. Köylerdeki genç kızlarımızın çeyizlerini, gelinliklerini yakmak demektir.  Doğanın dengesini yok etmek demektir.  Ormanları yakanlar aynı zamanda yoksul köylülerimizin çevre ve yaşam haklarını da yakıyorlar. Bu bir insanlık suçudur. Yanan  canlıların yanmış haldeki görüntüleri sosyal medyada yer aldı. Onları gördükçe insanlığımdan utandım. Bu yangını çıkaranları bu anlamda lanetliyorum.

            Yangını acıyla izlerken  bu yangını söndürmedeki acizliği, teknik donanımsızlığı, beceriksizliği  de  gördük, izledik TV ekranlarında. Ülkenin orman yangınlarını söndürmekle ilgili uçakları yok. Orman bakanlığını yönetenlerin bu tür orman yangınlarını söndürmekle ilgili öngörüleri, önlem planları  yok. İçi boşaltılmış, işlevselliği yok edilmiş bir Türk Hava Kurumu ve kullanılmayan uçakları gerçeğiyle de tanıştık bu yangında. Tüm kamusal alanlarda yaşanan liyakatsizlik, rant ve yandaşlık  kültürü  bu yangın olayında da karşımıza çıkıyor. 2007 Bodrum yangınında yanan bir orman bölgesinin  ağaçlandırılacağı yerde  ranta bırakılarak bir otelin yapılışı bu yangınları izlerken TV ekranlarına somut bir örnek olarak yansıdı.  Kadere bakın ki o otel de bu yangında yandı.   TV ekranlarında yangını izlerken tek mutlu olduğum şey deniz yoluyla tahliye edilecek otel sakinlerinin tahliyesinde halkımızın gösterdiği dayanışmadır.

            Sonuç olarak bir şeyler söylemek durumundayız. Orman Bakanı  bir özeleştiri yapmalıdır, gerekirse de istifa etmelidir. Demokratik bir toplumda bu yapılır.  Bir başka söyleyeceğimiz konu ülkenin bir an önce demokratik hukuk devletine doğru evrilmesi gerekliliğidir.  Toplum konuşmalıdır, basın, üniversite konuşmalıdır. Ülkede bir an önce demokratik iklim egemen olmalıdır. Eğer liyakatsızlık, rant ve yandaşlık kültüründen kurtulamazsak ülke olarak bu acıları sürekli yaşayacağımız açıktır.  Türkiye hukuk içinde kalarak bu örgütlü kötülüğü yapanları mutlaka bulmalıdır. Türkiye köyleri yanan köylülerimizle dayanışma üreterek onların acılarını ortaklaşmalıdır. Devlet de bu konuda gereğini mutlaka yapmalıdır.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI