ÇEVRECİYİM ÇEVRECİ

Metin Erdoğan’a “Merhaba” Niyetine

 

ÇEVRECİYİM ÇEVRECİ

Şadan Gökovalı

 

“Fidana sormuşlar:

-Niçin büyürsün?

-Tohum itiyor, demiş.

Tohuma sormuşlar:

Fidanı niçin itersin?

-Toprak rahat bırakmıyor, demiş.

Toprağa sormuşlar:

-Tohumu niçin rahat bırakmazsın?

-Yarın toprak olduğunda, kulağına söylerim, demiş.”

(Bedri Rahmi Eyüboğlu)

***

 

Oldum olası, gerçek güzellik için iki benzetme kullarınım:

“Uykuda gülen çocuk güzelliği” ve “büyüyen fidan güzelliği” tohumu siz ekmiş veya fidanı siz dikmişseniz, sevinç ve mutluluğunuz onunla birlikte büyür.

Birkaç 10 yıl önce, sevdiğim iki gencin nişan yüzüklerini takarken, “diktiğim fidana cansuyu ya da keşfettiğim bir bitkiye bir sevdiğim adını veriyor gibi mutluyum” demiştim. Sonra ne oldu biliyor musunuz? Salonda hazır bulunan birkaç çift genç:

-Bizim yüzüklerimizi de sen takar mısın?

Bir gün de, nereden aklımda kaldı veya aklıma geldiyse; “zararlı sanılan bitki, yararını henüz bilimin saptayamadığı bitkidir” deyivermiştim. Binlerce icat ve buluşu olan bir bilgine; dünyadaki en büyük mucizenin ne olduğu sorulduğunda, yerden bir ot alıp, “ottur” demiş.

Öyle değil mi Tanrı aşkına? İnsanoğluna uzayın yolunu aralayan teknoloji değil bir otu, bir hücreyi bile yaratamıyor.

Oysa, uygun ortamda, doğaya uygun koşullarda yere düşen tohum, bir süre sonra, Bergema Müzesindeki “Gülen çocuk” Eros gülüşüyle kafasını çıkarıyor başını. Bakması kadar, görmesini de bilen biri için ne kadar hayret edilesi, hayran olunası  tanık!

Doğanın hayranlık uyandırıcı bir özelliğini vermiş veren veya vermeyen bitkileri sıraya koyması. Bir bahar mevsimi dikkat edin; o sihirli tohum, toprak ananın neresine saklanmışsa, sırayla yüzünü gösterir. Mine, papatya, gelincik, lale ve daha bilmem ne güzel. Sebzeler, meyveler de öyle değil mi? “Yaz mevyesi”, “kış meyvesi”, “yaz sebzesi”, “kış sebzesi” diyoruz. Bunların hepsi aynı mevsimde yanacak hale gelseydi, diğer mevsimler de ne yapar, nasıl beslenirdik? İnsanın yemediği ot, çalı ve ağaçları sığırlar, koyunlar, keçiler yiyor. Doğa, yarattığı her canlının rızkını veriyor. Rızkını vermekle kalmıyor; her bir bitkiye başka şifa verici özellik yüklüyor. Halk ustanın dediği gibi, “Mevlam bin bir dert vermiş /  Beraber derman vermiş.” Ben ve çevre, hiç ayrı düşmedik birbirimizden,

Gökova, mikroklima açısından, her türlü orman ağacı, yaban bitkileri ve kültür bitkileri açısından son derece elverişli idi.

Babam Mehmet Gökovalı, efsanevi Muğla Valisi Recai Güreli’nin “Dirayetli Muhtarı” idi. Onun ön görmesi ve Halikarnas Balıkçısı’nın tohumlarını Avusturya’dan getirttiği okaliptüsleri diktirmekle, hem Gökova bataklığının kurutulmasına, hem de bugün Gökovalı’yı kuzeyden güneye bıçak gibi kesen ağaç tünelinin meydana gelmesine katkılı olmuş, Muhtar Mehmet, ebenin bahçesinde 40  (kırk)ayrı meyve ağacı yetiştirmiş. O kadar ki; köye atanan Suat öğretmen ona, bahçesine dağlardaki keçi boynuzu (harnup: Latinçesi Ceratonia siliqua) ağacı niçin dikmediğini sormuştu. Babamın zeytinliği kaç kez, Tarım Bakanlığı Muğla il Müdürlüğünce “en bakımlı zeytin bahçesi” ödülüne layık görülmüştü.

Ben kulunuz çocukluğumda “büyüyünce çiftçi muallimi: öğretmeni) olacağım” dermişim. Onu beceremedim ama, Ziraat Yüksek Mühendisi bir hanımla evlenmek nasip oldu.

Çevreciliğimi üst düzeye çıkaran iki şansım daha oldu. Birincisi, elimizdeki kitaba konu olan dört öncüden Halikarnas Balıkçısı’nın rahle-yi tedrisinden geçmem; ikincisi de profesyonel ülkesel turist rehberi olmam. Bir dendrolog veya botanisyen kadar olmasa da, Anadolu turunda karşılaştığımız bitkilerin çoğunun Türkçe ve Latince adlarının ve huyunu suyunu az buçuk bilirim.

Biraz da, Manevi Babam Halikarnas Balıkçısının izinden giderek; Ihlamur, manolya, fıstık çamı, greyfurt, bergamot,  İnterdonat, limon, laym, avokado, pitisporum, Frambuaz,  Jakaranda, aşkın bitkiyi köyümde ilk ben getirdim, dahası her bitkiden birer  fidanı,köyün önder çiftçilerine verdik ki; benimki ……..

Atalarımızın yeşili,murat rengi saymalarının boşuna olmadığını, Aşık Veysel’in dediği gibi, sadık yarımız toprak olduğunu öğrendim. Balıkçı’nın; “toprak  bana değil, ben toprağa gerekliyim. O beni ister diken yapsın, ister çuçek” sözünü benimsedim.

Hiçbir şey bilmiyor idiysem bile, Diplomat Metin Erdoğan’ın “Dört Efsane Çevreci’sini yayın öncesi okuyunca ahdettim, yemin ettim ve dört kez haykırdım:

“ÇEVRECİYİM ÇEVRECİ, ÇEVRECİYİM ÇEVRECİ!...”

 

 

KISACA DÖRT (EFSANE) ÇEVRECİ:

Mustafa Kemal Atatürk: Yurdu düşmandan kurtarıp, halkını enideal devlet yönetim sistemi olan demokrasiye kavuşturan büyük önder, biz Türklere “yeryüzü cenneti” bir ülkede yaşamadığımızı; doğaya uygun çabayla varolan güzellik ve zenginliklere katkıda bulunabileceğimizi gösterdi.

 

Manisa Tarzanı Ahmet Bedevi: Kendisi, Tarzan gibi, üzerindeki (fazlalık) giysileri atar, hasbel kadar geldiği Manisa’yı, hiçbir karşılık beklemeden yeşil örtüye kavuşturdu.

 

Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabağaçlı): Yayınlanışı kritik bir zamana rasgeldiği için yanlış yorumlanan yazısı yüzünden sürüldüğü Bodrum’u (antik Karia’nın başkenti Halikarnassos) mavi-yeşil cennete çevirdi; böylece bir insanın, kendisinden başlayarak çevresini değiştirebileceğinin evrensel örneğini yarattı.

 

“Toprak Dede” Hayrettin Karaca: Bu idealisi adam, yüzbinlerce şahidin kanı pahasına yurt edilmiş toprakların, avuçlarımızdan kayıp gitmesinin, ağaçlarla durdurulabileceğini kanıtladı; içinden yaşadığı toplumu “Arboretum” (Ağaç parkı) kavramıyla tanıştırdı.

Bu dört öncü; mensubu olduğu halkı çevre konusunda bilinçlendirerek, her biri adeta birer anıt oldu.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI