KAPI

KAPI

-TAŞKlRAN'lara-

 

 

"Kapıyı çalan kimdir?

Bak bakim gelen kimdir?

Yaram derine düştü

Belki galen hekimdir."

(Türkü)

 

 

İletişim fakültesindeki derslerimde zaman zaman öğrenci arkadaşlarımla tarif (tanım)  oyunu oynardık.

Onlara, hep kullandıkları bir eşyanın veya kelimenin tanımını yapmalarını isterdim. Diyelim "kapı".

Hadi, sizinle de oynayalım: Aklınızdan başka hiçbir yerden kopya çekmeden,  her gün,  hem de günde kaç kez girip çıktığımız,  gelip geçtiğimiz bu nesnenin sözcük tanımını yapmaya çalışın. 

Korkarım, bir yerinde eksik ya da açık kalacaktır tarifinizin. Ama ben şuracığa yazıverince;  "aa, ne kadar kolaymış. Ben de böyle tanımlamak isterdim" dediğinizi duyar gibiyim:

"kapı,  a.  Bir yere girip çıkarken geçilen.  açılıp kapanma düzeni olan duvar veya bölme açıklığı."

"Kapı" olması için, kapatılacak bir yerin olması gerekir. En eski atalarımız,  mağara ağızlarını kaya ile kapatma yolunu seçtiler, Kapadokya'da yüzlercesi bulunan, bir 10 kadarı ziyarete uygun olarak düzenlenip ışıklandırılmış yeraltı kentlerinde,  katlar arası geçişler,  dışarıdan kolay açılamayan değirmen taşı gibi kesme kabalarla kontrol altına alınmış.  (Rehber eşliğinde Kaymaklı, Derinkuyu vb yeraltı kentlerini gezebilirsiniz. Gruptan koparsanız, gidiş için mavi,  çıkış için kırmızı okları izleyin...)

Köylüler tarlalarını çalı çırpı veya sarılıcı bitkilerle koruma altına alıp,  kapılarını yine çalı-çırpı veya direklerle açılır kapanır kılmışlardır.

Kulübe,  çadır, baraka, ev, dükkan,  han, hamam, saray, cezaevi, kervansaray ve benzeri mekanlar kapısız olmaz! Ama han, menzil hanı, kervansaray, 8 saray, tapınak ve benzeri dev yapıların kapıları ayrıca incelenmeye değer.

Anadolu'nun başlıca yerleşim merkezleri arasında oldukça iyi bir ulaşım  ağı kurmuş olan Selçuklular, bu güzergâhlarda uygun aralıklarla kervan konaklama yapıları inşa etmişlerdir.  Bu çok amaçlı kamu yapılarından 100 kadarının kalıntıları günümüzde de görülmekte.

Kaba bir belirlemeyle bu yapılar,  bir deve kervanının bir günde kat edebileceği aralıklarla konumlandırılmıştır.

Bu mesafe Konya gibi düz arazilerde 30 km kadar olurken, Bitlis-Tatvan arası

(Rahva düzü)  gibi kış koşulları acımasız olan kesimlerde 10 km'ye kadar inebilmektedir. Bunların,  hanların kullanımına mahsus olanlarına "Sultanhan",  çok büyüklerine "Kervan-saray" deniliyor. 

Kervansaray’ların en büyük ve günümüze en iyi durumda kalabilmiş olanı Konya-Aksaray yolu üzerindeki Sultanhan." 4 bin 200 m2  üzerine kurulmuş olan bu muazzam yapının,  doğuya bakan portalı (ana giriş kapısı), başlı başına bir sanat başyapıtı. 

Yazıyı buraya getirmişken, bu şaheserin ustasını, bir madalyon içindeki inşa kitabesinden öğrenelim:

“Amele bin Muhammed bin Havlan el Dımışki"

 (İşçi, Şam'lı Havlan oğlu muhammed?

Yattığı yer nur olsun!

İlkçağda tapınak gibi dinsel veya kamusal yapıların anıtsal kapılarına "Proplaion" denilir. Bunlar arasında ilk akla gelen,  Aydın'ın Karacasu ilçesindeki Aphrodite  (Afrodit)  Tapınağı Temenosu  (kutsal alanı)  girişindeki muhteşem kapıdır.  Buna,  dört sıra halinde dörder sütundan oluştuğu için "Tertraplion"  (Dört direkli) adı veriliyor.

(Anımsatma: Restore edilen bu kapının açılışı,  TV tarafından canlı olarak ekrana getirilmişti.)

Efes Artemision, Didim Didymaion, Sardeis,  Menderes Magnesia'sı, Klaros Apollon Tapınağı vb kapıları söz edilmeye değer.

Kale kapılarına gelince,  Kadifekale,  Bodoum, Pitane  (Çandarlı), Priene  (Söke Güllübahçe),  Tenedos  (Bozcaada),  Ankara Kelesi, Alanya, Anamur,  Marmaris,  Termessos, Bodrum-Myndos, Sagalassos (Burdur/ Ağlasun),  Selge, Perge vb sönmüş kentlerin kapıları hayranlık uyandırıcı. Hele Hoşap Kalesi var ki; akıllara ziyan! Rivayet olunur ki;  (önce Urartu Zamanında yapılmışken) yeniden yaptıran Mahmudi

Aşireti Reisi Sarı Süleyman, bu muazzam kaleyi yapan Telima'nın

-bir benzerini daha yapmasın diye- kollarını kestirmiş.

Ya piramit ve tümülüs mimarları? Onlar, bu dev mezarlara kralı gömdükten sonra, öldürülür,  ikinci odaya gömülürdü. Benden söylemesi: mimar da olsanız,  piramit veya tümülüs inşa etmeyin.

Bir ilginç yapı ve kapısı daha var ki; fikir jimnastiği yapılmaya değer. Dünyadaki en ulu Hıristiyanlık mabedi olan İstanbul Ayasofya’dan bahsediyorum.

Milet'li Mimar İsidaros ve Tralleis'li (Aydın'lı)matematikçi Antemius'un şaheserinin anıtsal kapısı üç geçeli. Orta kapı gayet görkemli, onun iki yanındaki kapılar ise daha mütevazı. Sorum şu:

-Orta geçe'nin eşik mermeri bugün kesilip 41 döğenmiş gibi   yepyeni, buna karşılık iki taraftaki kapıların eşik mermerleri son derece aşınmış. Niye ki?

(Sizin adınıza ben cevap veriyorum: Ortadaki İmparator kapısı olduğu için doğal olarak daha az aşınmış...)

Şimdi okur,  haklı olarak söylenecektir;

-Bre yazar,  hep eski zaman kapılarından söz ettin. Hiç Yeni Kapı yok mu?

Olmaz olur mu. Buyrun öyküsünü okuyun:

Yeni Kapı

IV. Murat'ı benden iyi tanırsınız.  Hani şu: “benden başkası kullanmasın" dercesine alkol,  afyon düşmanı olan Padişah.

Ara sıra tebdil-i kıyafet edip (kılık değiştirip),  İstanbul'un çeşitli semtlerini kolaçan ediyor. Tütün tüttüren, alkol tüketen,  afyon çeken gördü mü,  adam ölümlerden ölüm beğensin!

Bir gün, Anadolu Yakasına geçiyor. Bilindik teftişten sonra, Avrupa yakasına geçecek. 

İşe bakın ki; kıyıda tek kayık var. Neyse, bir daha müşteri daha geliyor; çala kürek karşıya geçecekler. Yolda Murat, kayıkçıya soruyor:

 -Sen kimsin, sana ne derler?

Kayıkçı:

"Remmal Mahmut Efendi" derler.

-Niye  ki?

-Ben kum falına bakarım da, ondan.

IV. Murat:

-Öyleyse bak bakalım, şu an padişah nerede?

Kayıkçı:

-Aman efendim, Padişah adı rasgele anılmaz, beni bu işe bulaştırmayın.

IV.  Murat:

-Olsun canım, surda üç kişiyiz.

Kayıkçı ister istemez kum falına bakıyor ve söylüyor:

-Padişahımız efendimiz an itibarıyla derya (deniz)  üzeridir.

 Murat,  şaşkın:

-Deme yahu, peki hangi derya üzeredir?

Mahmut bir daha bakar ve der:

-Padişahımız efendimiz şu anda İstanbul Boğazı üzerindedir.

Murat inansın mı,  inanmasın mı?

Bir daha sorar; Remmal Mahmut Efendi

kum falına bakar bakmaz,  bu garip yolcunun eteğine eğilir:

-Padişahım efendim,  beni bağışlayın, ben cahil bir kulum.

Murat:

-İyi ama, benim padişah olduğumu nereden çıkardın?

Kayıkçı:

-Efendimiz,  fal, Padişah'ı benim kayığımı gösteriyor.  Ben olacak değilim,  bu da Tepegöz Memiş; demek ki Padişah sizsiniz.

IV,  Murat hayretler içindedir ama,  son kez denemek ister ve kayıkçıya:

-Madem senin kum herşeyi söylüyor. Söylesin bakalım,  ben İstanbul'a hangi kapısından gireceğim...

Bizimki kuma bakar, mırıldanır ve Padişah'tan niyaz eder, der ki: -Devletlü ve şevketlü padişahım,  kerem buyurursanız, ben şehre hangi kapıdan gireceğinizi bir kağıda yazayım,  kâğıdı girdikten sonra açıp okuyun.

Padişah,  kayıkçının yazdığı kağıdı iç cebine koyar. Avrupa Yakasına varınca lağımcıları, yapıcıları, yıkıcıları çağırır, buyurur:

-Yıkın surların şurasını...

Buyruk yerine getirilir... Padişahımız efendimiz, cebinden Remmal'in yazdığı pusulayı açıp okur. Şu yazılıdır kâğıtta:

-Ulu Padişahımız,  açtırdığınız Yeni Kapı hayırlı uğurlu olsun!

Kıssadan hisse: Padişah adı tekin değildir,  olur olmaz yerde ağza  almaya gelmez.

Ve yazarınız diler ki:

Geçtiğiniz her kapı,  size yeni umut bahçelerine çıkarsın...

YAZARIN DİĞER YAZILARI