Yine Atlara Bindiler Bre Arslanlar !?

Yine Atlara Bindiler Bre Arslanlar !?

Bu millet bugüne kadar ne çektiyse, gerçekleri ve olayların esas sebeplerini bilmemekten çekti!.. Ya olaylar doğru anlatılmadı, ya çarpıtıldı, ya da bizim aziz insanlarımız biraz merak edip de bunların temel nedenlerini kendileri araştırmadılar, bu konularda biraz tembellik ettiler, başkalarından duydukları onların hep kolayına geldi ve hep onlara inandılar!..

Bizler Gönen İlköğretmen Okulu'nda okurken, 6 yıl boyunca Tarih derslerimize iki öğretmenimiz girmişti: Biri Osman Bey, biri de İlhan Beydi. Osman Bey kel kafalı, uzunca boylu, sert ve bağırarak konuşan, yaşlıca biriydi. Osmanlı zaferlerini anlatırken, zannedersiniz ki atın üzerinde, en önde savaşan bu ordunun Başkomutanı gibiydi. Ona göre her savaşı biz Türkler kazanmışızdır da, kaybettiklerimiz ise hep bize masa başında yapılan 'Bizans Oyunları' yüzündendi. Onun derslerinde, yeri geldiğinde o anlattığı savaşlarla ilgili kahramanlık şiirleri de okunurdu. Örneğin; Bağdat'ın Fethi anlatılırken, Kayıkçı Kul Mustafa'nın "Genç Osman Destanı" şiiri okunur; "İptida Bağdat'a sefer olan da/ Atladı hendeği, geçti Genç Osman/ Vuruldu sancaktar, kaptı sancağı/ İletti bedene, dikti Genç Osman!.." şiiri okuyan öğrenci, eğer "Kaptı Sancağı" derken, eliyle bir avuç ot yoluyormuş gibi ve "Dikti Genç Osman" sözlerini söylerken de, elleriyle toprağa kazık sokuyor gibi yaparken, bir de sağ ayağını sınıfın ahşap tabanına hızla vurup, oturduğumuz sıraları sarsamıyorsa, o şiiri okuyanın başı yanar, Osman Bey ona söylemediğini bırakmazdı!..

Ama yeni mezun Tarihçi İlhan Bey genç, genellikle bu savaşların nasıl olduğuyla değil de, neden ve niçin olduğu, gerçek sebepleri üzerinde dururdu. İşin aslı şuydu; biz gerçek Tarihi Osman Beyden değil, İlhan Beyden öğrenmiştik!.. Eğer Osmanlılar her yerde başarılı olup, Osman Beyin anlattığı gibi olsalardı, bugün bu imparatorluğun yerinde yeller mi eserdi!? İngiltere, Fransa, Çin gibi, bugün de bu dünya coğrafyasında olmazlar mıydı?

Neyse. Geçenlerde (31 Ocak) gazetelerde bir haber yer aldı, deniliyordu ki; "Rahvan At Binicilik ve Spor Kulübü Üyeleri, ellerinde ok ve yaylarla aşka gelip; 'Devletimizin başı bize bir emir verirse, akşam namazımızı RUSYA'da kılmak için yola çıkacağız!' dediler" deniliyordu. Korkusuz Gazetesi yazarı sayın Memduh Bayraktaroğlu da bunları ti'ye alıp şunları yazıyordu: "Mizah, güldürürken düşündürme sanatıdır. Komedi ise, daha ziyade abartılı çelişkiler ve hareketler üzerinden güldürme sanatıdır. Ama be canlarım; 'Devletin başı emir verirse, akşam namazını Rusya'da kılmak için yola çıkacağız" demek, ne mizahtır, ne de komedi!.. Bunlar alenen 'Soytarılık'tır!.. Abi, herifler hazır kıta, o kadar konsantreler yani. Acaba bunlar Karadeniz'in neresinden?" diye yazıyordu.

Bu habere ben de çok güldüm ve hemen düşündüm; "Ben okuldan 1969-1970 döneminde mezun oldum, ulan bizim Tarih öğretmenimiz Osman Bey bunların oralarda hâlâ Tarih dersi filân mı veriyor acaba?" dedim. Çok güldüm, çünkü biz bu arkadaşları çok iyi biliriz!.. Suriye'ye asker gönderirken de bunlar bağırıp-çağırıyor, "Bizi de götürün oraya, bizi de!.." diye yalvarıyorlardı. Birkaç ay sonra 'askere alımlar' başlayınca, bunların çoğunun "Paralı Askerlik" için başvurduklarını öğrendik, iyi mi!? Gördünüz mü şu bizim meşhur ve sırf gürültücü 'sahte kahramanlarımızı' ha!? Hani basın önünde bağırıp; "Vur de vuralım, öl de ölelim!" diye ortalığı yıkıyordunuz, işin aslı ortaya çıkınca yüreğiniz ve o malûm yeriniz yemedi mi benim 'atlı ve oklu' aslan yürekli kahramanlarım, ha!?

Bir gün öğleye doğru ayılıp da, yine bir Sur dibine şarap içmeye giden Bekri Mustafa, tam cami önünden geçerken, birkaç kişi önünü kesip; "İyi ki sana rastladık Bekri Mustafa, şurada bir cenaze var, ama imam yok, sen onun namazını bir zahmet kıldırıver" demişler. Çok şaşıran Bekri Mustafa; "Yahu ben her gün içen bir adamım, imamlık benim neyime, başka birini bulun!" deyince, adamlar; "Yahu sen Padişahımız IV. Murad'a ve Saraya yakın birisin, Allah kabul eder!" derler, yakasını kurtaramayan Bekri Mustafa, ne yaptığını bilmeden namazı kıldırır, gidip mevtanın üzerine eğilerek, bir şeyler fısıldar. Cemaat ne dediğini sorunca da; "Bu gece sana buranın ahvalini soracaklar, onlara de ki; 'Bekri Mustafa gibi biri bile camiye imam oldu de, onlar buranın halini, ahvalini anlarlar' dedim" demiş. İşte bizim memleketin hali, ahval ve şeraiti de aynen böyle olmaya mı başladı dostlar, ne dersiniz !?                        Sakin KOŞAR.                

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI