ÇİNE/GERGA GEZİSİ

ÇİNE/GERGA GEZİSİ

(Şadan Hocamızın Anısına)

                Değerli okurlar, artık bahar gelip de havalar ısınmaya başladığına göre biz de ören yerleri gezilerimize kaldığımız yerden devam ediyoruz. Hemen hemen çevremizde ziyaret etmediğimiz ören yeri kalmadığı için de en yakında bulunan Çine ilçesi içinde bulunan GERGA antik kentinden gezimize başlıyoruz. 65 iznimizi bir gün öncesinden alarak Cuma sabahı 07.30' da aracımıza atlayarak yola çıkıyoruz. Yol üzerinde; Yatağan'da bulunan Stratonikeia ve Lagina ören yerlerini de bu arada ziyaret edelim diye düşündük. Üç alanı birden akşama kadar bitiremezsek ören yerleri kapanmasın diye erkenden çıkmıştık. Şunu öğrendik ki, bu ören yerlerinin hiç birinde girişte ücret alınmıyor. Gerçi Yatağan'da bulunanların giriş yerlerinde nöbetçi kulübeleri var. GERGA zaten dağ başında bir yer. Önce Stratonikeia ve Lagina antik kentlerini gezip Çine' ye doğru yol alıyoruz. Gökbel dediğimiz özel bölgeden geçerken öğle saatleri olmuş ve karnımız acıkmıştı. Yolun sağında baraj setinin hemen üzerinde bulunan bir köfteciye varıp oturduk ve köftelerimizi söyledik. Bu arada çalışanlara buralı olup olmadıklarını sorduk. Buralı/yerli olduklarını söylediler. Hemen konumuza girerek GERGA' ya gitmek için çıktığımızı, nereden gideceğimizi sorduk. Esmer olan arkadaş, "düze inince köprüyü ve benzinliği geçip birkaç km. ileride sağda levhayı göreceğimizi, oradan saparak Ovacık, Kırsakallar köylerini geçerek Alabayır köyüne varınca toprak yoldan sapıp Gerga'ya ulaşacağımızı söyledi. Bu arada yanımıza gelen sarışın ve sarı bıyıklı arkadaş; biraz da tebessüm ederek (Aynen internette başka arkadaşların anlattığı gibi) "siz orayı çıkaramazsınız!" dedi. Ben de o sarışın arkadaşa dönerek;  "Sen benim kim olduğumu biliyor musun?" tavrında; "Bunu bana söylemeyecektin, ben köylü çocuğuyum, çocukluğum ve gençliğim dağlarda geçti, üstelik yıllardan beri de bir doğasever ve çevreci olarak bulunduğum yerlerin çevresini adam adım dolaşırım, zaten internetten ve Çine' li bir arkadaştan ben yolu öğrendim, arar bulurum!".  Diyerek çıkıştım. "Ben de daha dün oralardaydım, işte fotoğraflarını da çektim" diyerek telefonundaki fotoğrafları göstermeye çalıştı. Uzatmayalım, biraz sonra hemen yola çıkıp düze indik, köprüyü ve benzinliği geçip birkaç km. sonra sağdaki GERGA levhasını ve köy isimlerini görerek köy yolunda ilerlemeye başladık. Yollar asfalt ve güzeldi, ancak eğrilip bükülerek ve kıvrılıp dönerek yükseliyordu. Bakir bir doğa içerisinde sürekli yükseliyorduk. Önce Ovacık köyünü geçtik, sonra Kırsakallar' a çıktık, sağımızda solumuzda başka köy ya da mahalleler de vardı:(Aladağ-Savrandere). Ana yoldan 15 km. kadar sonra Alabayır köyüne tam girerken sağa doğru bir toprak yolun saptığını ve yol kıyısında da GERGA levhası dikiliydi. Daha doğru ben yola odaklandığımdan hanımın gözleri sürekli levhalardaydı, o farketti. Zaten eşiyle yola gidenler bilir. Direksiyonda her me kadar biz oturuyor olsak da arabayı hanımlar kullanır. Bizde de öyle. Hemen saparak tali bir toprak yolda tek/tük evler ve yerleşkeler arasında ilerleyerek bir sırtta yükselmeye başladık. Yol her aracın rahatça girebileceği rahatlıkta bir yol değildi, yağmurdan dolayı yer yer bozulmuş ve yarıklar, çukurlar oluşmuştu. Bir sırt üzerinde epeyce ilerledikten sonra önümüze bir yol ayrımı daha çıktı ve şükür ki, buraya da bir GERGA levhası dikilmişti. İlerleyince yükselme bitmiş bu kez de yine bir sırt üzerindeki yolda aşağılara doğru inmeye başlamıştık. Yol her ne kadar bozuksa da inmeye devam ettik, bir sırtı aşınca aşağılarda Çine Barajının oldukça çekilmiş suları görülüyordu. Biraz sonra da yine aşağılarda zeytinlikler arasında GERGA ören yerinin tek/tük antik yapılarını seçmeye başladık. Yolumuz iki yanı zeytinliklerin dikenli tellerle çevrili sınırlarını izliyordu. Artık daha fazla aracımızı zorlamayı bırakıp sağdaki tek çam ağacının gölgesine yanaştırıp bıraktık. 10-15 dakika kadar yürüyüp yine yolun sağındaki bir piynar(pırnal) ağacının kocamam şemsiyesinin önünde GERGA levhası tekrar karşımızdaydı. Artık gelmiştik, aşağıya doğru taşlar/çalılar düzeltilerek bir patika yol yapılmıştı. Uzak karşımızda zeytinliklerle örtülü Latmos Dağları uzanıyordu. Aşağılarda Marsiyas çayının üzerine çöreklenen yeni barajın suları ışıldıyordu, daha önce gezip gördüğümüz İnce Kemer Köprüsü(Gelin Geçmez Köprüsü) artık sular altındaydı. Çevremiz bir zeytin deniziydi, sağda/solda inekler otluyor, uzaklarda koyun sürüleri dolaşıyordu. Çoban Marsiyas' ın asılıp derisinin yüzüldüğü zeytin ağacı sanki şu ağaçlardan birisiydi. Yolu izleyerek ören yerine vardık. En önce ören yerinin en büyük ve ayakta kalan yapısına ulaştık. Alnında kocamam GERGA yazan bu yapının üzerinin çatısı kocaman ve yassı kayrak taşlarıyla örtülüydü. Birkaç dönümlük alanda başka kulübeler, set duvarları, 3-4 metre yükseklikteki dikili taşlar bulunuyordu. Dikkatimizi çeken en önemli taşlarında bir/ikisi de Kocaman yassı kayaların ortasına bir metre çapında, bir karış derinliğinde oyuklar yapılmış, kenarlarına da suyun/yağın ya da her ne ise sıvının akması için yarıklar açılmıştı. Demek ki bunlar zeytinleri ezip sıkmakta kullanılan düzeneklerdi. Çevredeki kayaların üzerleri yontulmuş, düzeltilmiş, alt kısımlarına, yanlarına duvarlar, setler yapılmıştı. Bu görüntüsüyle sanki burası bir yayla konaklama yeri ve zeytin bağı/bahçesi, zeytin işleme atölyesi durumunda görülüyordu. Bazı yerlerde heykellerin kaideleri duruyordu. Alanda Hanımla yeterince dolaşıp gerekli fotoğrafları çektikten sonra yorgun ve huzurlu bir biçimde geriye döndük. Köy içine vardığımızda kahvehanenin önünde oturan orta yaşlı köylülerle üç/beş dakika sohbet ettik. Asfalt buradan Topçam ve diğer köyleri de takip ederek Kavaklıdere ilçesine ulaşıyormuş. Arka taraflardaki yamaçlarda tek/tük fıstık çamları görülüyordu.  Daha yukarılardaki karaçam ormanlarında yukarı sol tarafa giden yolun da MADRAN DAĞI' na çıktığını söylediler. Oturanlardan hiç birinin maske takmadığını görünce "Sizin niye maskeleriniz yok, buraya mikrop gelmiyor mu?" diye sordum. "Bizim burada dağ/çam havası vardır, temizdir, burada mikrop olmaz!" Dediler. Oysa yol üzerinde eşeğine binmiş gelen bir köylünün yüzünde maskesi takılıydı. Köyün alt yanında yemyeşil çayırlar uzanıyordu. Rakımı sordum, "600 metre civarında" dediler. "Su?" dedim. "Suyumuz yok!" dediler. İçme suları dağlardan geliyordu. Köyün içinde de bir sarnıç varmış ve şu an içi yağmur suyu doluymuş.   . Böylece Şadan Hocamızın vasiyetini de yerine getirmiş olduk.

ÇİNE KAYMAKAMLIĞI: "Tespiti yapılmış ama tescili yapılmamış birçok Anadolu Antik kentinden biri olan GERGA, Deliktaş mevkiinde yer almış olup Alabanda antik kentinin 13 km. kuzey/batısında bulunmaktadır. Kent tarihinin arkaik döneme kadar gittiğini gösteren izler vardır. Halen kent içinde görülen kalıntılar, arkaik dönem ve Roma dönemine aittir. GERGA, Karia kültürünü yansıtan önemli bir merkezdir. Dağlar arasında kurulmuş bir kent olması nedeniyle Karia karakterini korumuş olan kentlerden biri olarak nitelendirilmektedir." Deniliyor. İnternette küçük bir araştırma yaparsanız pek çok gezginin buraya yaptığı gezi ve izlenim notlarını göreceksiniz. Ancak biz bunları yeterli görmedik. Özellikle kendimiz gidip oranın taşını, toprağını, otunu/çalısını, yosunlarını, onların kokusunu, binlerce yıllık antik geçmişinin izlerini kendi gözlerimizle görmek, taşlarına oturmak, köprülerinden geçmek, surlarında yürümek bu hüzünlü ve büyülü alanlarda birlikte fotoğraflar çekilerek antik alanlarla bütünleşmek istedik. BASINDAN "Kültür ve Turizm Bakanlığı Kültür varlıkları Müzeler Genel Müdürlüğünün izniyle "KARİA'DA GİZEMLİ KÖY" olarak da bilinen tapınak, çeşmeler ve kayadan yapılmış heykellerin bulunduğu MADRAN DAĞI arkasında kırsal alanda ALABAYIR ve KIRSAKALLAR mahalleleri arasındaki antik kentte çalışmalar öncesi tören düzenleniyor. Kazı başkanlığını Adnan Menderes Üniversitesi'nden Doç. Dr. Murat ÇEKİLMEZ, törende yaptığı konuşmada Gerga antik kentinin gizeminin henüz çözülemediğini belirtti. Antik kentin çevredeki bütün antik kentlerin ortak kullanım alanı olduğunu dile getiren ÇEKİLMEZ, şöyle devam etti: "Bu tapınağın buraya yapılması için bir neden olmalı. Bu nedenin de iyileştirici su olduğuna inanıyoruz. Ancak gizemi henüz çözülmüş değil. Bu yapıda bir tapınak dünyanın hiç bir yerinde bulunmamaktadır. Biz de tamamıyla burada neler olduğunu henüz bilmiyoruz. Defineciler tarafından kaçak kazılar yapıldığı için biz bunları nasıl kurtarırız ve geleceğe nasıl aktarabiliriz diyerek çalışmalara başladık. GERGA' nın bir kutsal alan ismi mi, ya da tanrı ismi mi olup olmadığını ilerleyen çalışmalar sonunda anlayacağız. Bunların hepsi birer kültür mirasıdır. Toprağın altında yeni bir şey aramamıza gerek yok. Bunlara bizim sahip çıkmamız gerekiyor. 2 bin altı yüz yıllık olduğu değerlendirilen antik kentteki törene milletvekilleri, Çine Kaymakamı, Aydın Arkeoloji Müze Müdürü, Adnan Menderes Üniv. Rektörü ve ilgili diğer kişiler katıldılar." Yukarıda basından alınan metinde "SU" dan söz ediliyor. Ama bu kurak alanda, ne bir kuyu, ne bir sarnıç, ne de en küçük bir akarsu izine rastlayamadık. Susuz yaşanmayacağına göre bir şekilde su tedarik etmişlerdi. Yakınlarda bir yerlerde bir kaynak olmalıydı.  Gerga antik kenti Türkiye'deki en gizemli ve mistik kentlerinden biri olarak kabul ediliyor. Dönemin ve çağın ünlü yazarları; "Plinius, Strabon ve Heredetos da bu kentle ilgili yazılar yazmışlar. Normal insan boyunu çok aşan heykeller, heykel başlarının insan başına benzememesi, bazı yapıların da kaya oymaları ile yapılması da bu gizemleri artıran nedenlerdendir. Klasik Türkiye konusunda uzman arkeolog/yazar George E. Bean, "Buradaki kalıntılar öyle dikkat çekici ve alışılmadıktır ki, bana göre daha büyüleyici bir yer yoktur" Diyor. Tabi ki bu gün burada hiçbir heykel yok, kalanlar da Aydın Müzesine kaldırılmış. GELECEK GEZİLERDE/YAZILARDA BULUŞMAK UMUDUYLA..

 


YAZARIN DİĞER YAZILARI