İNSAN HER YERDE İNSAN… BİR MAĞDURİİN HİKÂYESİ…

İNSAN HER YERDE İNSAN… BİR MAĞDURİİN HİKÂYESİ…

                Değerli okurlar, insanoğlu her yerde insan eğer insanlığını bilirse. Alt katta, üst katta, yanda, ötede, beride, mahallede, köyde, kentte, mezrada, Asya’ da, Avrupa’ da, Amerika’ da, Afrika’ da… Haddini bilen her yerde biliyor, bilmeyen de bilmiyor maalesef. Çok uzun zamandır mağduriyetimizi anlatan bir yazıyı özeldir diye yazmaya çekiniyordum. Gezdiğim, gördüğüm yerlerde konuştuğum, dertleştiğim insanlarda da aynı mağduriyetleri görünce bunun özel değil, toplumsal bir sorun olduğunu düşünerek siz okuyucularımla paylaşmaya karar verdim.

Geçenlerde bizim motosiklet grubunun toplantısı için daha önce ismi geçen TERMAL’ e gitmiştik. Dostları, arkadaşları bir arada bulunca yedik, içtik,  eğlendik ve ertesi günü dönüşte Denizli Buharkent, Kuyucak, Atça, Nazilli, Köşk, Yeni Pazar, Çine üzerinden dönmüştük. Uzun zamandır davet aldığımız Nazilli’deki bir dostumuza uğradık. Selam sabahtan sonra dereden tepeden konulara geçtik. Sonra da evin çevresinin yüksek duvarlarla, tellerle çevrili ve kameralarla donatılmış olduğunu görünce sormak zorunda kaldık. “Nedir bu önlemler, niye bunca koruma tedbirleri?” “ Sormayın, komşularla aramız hiç iyi değil, neredeyse bize düşmanlar, hiç kimseye güvenimiz de yok. Bu önlemlere mecburuz” dediler. Hatta bahçelerinde bir de suratsız bir PİTBULL bulunduruyorlar. Oysa adamın iki tane fabrikası bulunuyor ve yurt dışı da dahil makine ihraç ediyorlar. Evinde modern otomobilleri olduğu halde eşiyle birlikte bir motosiklete eşyasını yükleyerek sürekli festivallere gelip tozun toprağın içinde çadırlar kurup neredeyse sefil bir hayat sürüyor. Bundan zevk alıyor, oturduğu ev ise bir müştemilat, öylesine döşenmiş, kurulmuş, kuşatılmış ama huzurları yok.

                Bir başka arkadaşın evine uğruyoruz o bölgede, onun da huzuru yok. Üstteki komşusuyla araları açıkmış, başlarından aşağıya halı silkelemeden, gelen komşularını taciz etmeye kadar her türlü huzursuzluğu yapıyorlarmış. En çok da geceleri evin kadını ayağına geçirdiği altı çivili ayakkabılarıyla tepelerinde çat çat çat gezerek onlara huzursuzluk veriyor, hayatlarını zindan ediyormuş. Bunu bir gün iki gün, bir ay iki ay değil aylarca sürdürmüşler. Sonunda da bizimkiler dayanamayıp polise gitmişler, ancak polis gelip baktığında ortada bir suç unsuru bulunmadığı için “masum masum oturuyorlar, hiç öyle bir halleri yok!” diyerek gitmiş. Ondan sonra da “Vay, siz misiniz bizi polise şikâyet edenler”  diyerek ailecek ayakkabılarını giyip halısı alınmış salonda İzmir marşı söyleyip tepinmişler de tepinmişler! Daha önceden işin bu raddeye varacağını bilet alt kattaki mağdurlar, bir yandan evlerine kamera taktırırken bir yandan da içeriye ses düzeni kurdurmuşlar. Üst kattaki bütün bu gürültüleri kayda geçirip CD ortamında Emniyete ve Savcılığa sunmuşlar. Olayın bu kadar net bir biçimde ortaya konduğu halde kayda geçirilip sunulan ses kayıtları “nereden geldiği belli olmayan sesler” olarak değerlendirilip dikkate alınmamış.

Değerli okurlar, bilen biliyor bizim başımızda da buna benzer sıkıntılar var.  Komşumuzla aramızdaki bir nizada bize “dünyayı başınıza dar ederim!” misillü bir tehditten dolayı şikâyetçi olduğumuz komşu, mahkemeye iki yalancı tanık getirerek işin içinden sıyrıldı. Tartışma sırasında yanımızda bulunan kişi, “ben böyle bir söz duymadım, derken orada olmayan ve tartışmamıza tanık olmayan akrabası da “ ben de duymadım, hatta onlar bizimkileri tehdit etti” diyerek bizi şaşırttılar. Boşuna dememişler “İki yalancı şahit, adam astırır” diye. Biz saf saf oturmuş, hatta “Ben kazanamayacağım davayı almam!” diyerek bize güven veren savunucumuza  inanmışken karşı taraf yalancı tanıklarını hazırlamış, savunucumuz da lal kesilince HAKLIYKEN HAKSIZ duruma düştük ve ihale bize kaldı. Hatta parasını peşin alan savunucumuz, kendisine sitemimizi belirttiğimizde “Senin kıçı kırık bir davan!” diyerek niyetini ortaya koymuş ve niyetini belli etmiştir. Biz de kimlerle dans ettiğimizi anlamış olduk. Artık insanlara güvenimiz kalmadı. Başımıza gelen bunca haksızlıklardan sonra gök kubbenin nasıl hala başımızın üzerine inmediğine şaşırıyoruz.. Hayatta güzel şeyler de var, umudumuzu kesmedik.

                Geçenlerde yine polis memuru bizi çağırarak “Hocam karakola kadar gelir misiniz? Bir ifade almamız gerekiyor” dedi. Hemen gittim. Hakkımızdaki iddianameyi okudu: “ Çevrede Gazeteci olarak bilinen Nail DUMAN, evinin karşısındaki eski mezarlığa çevrili telleri bir yerinden delip girerek mezarlığı kazmış ve mezarlara zarar vermiştir”  Ne diyeceğimi şaşırdım. Şikâyetçi kim? Diye sordum. Memur bey:  “şikâyetçinin adı yok” dedi.  Ama ben kim olduğunu biliyorum. Dedim ki;” Biz bu mahalleye geleli neredeyse altı yıl oluyor. İlk geldiğimizde mezarlık bakımsızdı ve bir mezbelelik içerisindeydi. İçinde sürekli hayvanlar otlatılıyor, bazı gençler gelip otların, mezarların arasında içki içip şarap şişelerini sağa sola bırakıp gidiyorlardı. Hatta bazı insanlar namaz günleri gelip mezarlara mersin dalları bırakıp dua ederlerken bazı kendini bilmezler de karşımızdaki sulfata ağacının dibine şuursuzca küçük aptestlerini yapıyorlardı. Yıllardan beri kimse eğilip de yerden bir yaprak, bir kâğıt parçası almazken ben oraların temizliğini yaptım. Hala da yapıyorum, ağaçlardan düşen yaprakları, dalları, inşaatlardan rüzgârın savurduğu köpükleri, çimento ve alçı torbalarını yıllarca ben toplayıp, temizledim. Hatta Kaymakamlığa dilekçeler vererek buraların korunmasını, tel örgülerle çevrilmesini önerip ben kapattırdım. Mezarlık çevrilirken işçilerin başında, yanında bulunup onlara her türlü komşuluk yardımını da yaptık. Ben mezarlığı kazmadım, yan taraftaki bahçenin duvarından inerek tırmıkla ağaç yaprak kırıntılarını toplayıp faraşla da kovaya doldurarak bir-iki kova çiçekler için” orman gübresi” tabir edilen çürümüş ağaç yaprağı aldım. Buranın koruma altına alınması için verdiğim dilekçeler Kaymakamlıkta bulunmaktadır.” Diyerek gerekli açıklamayı yaptım.

                Bizi evde bulamayan postacı çağrı kâğıdını Mahalle muhtarına bırakmış. Muhtar Mehmet Amca’ ya gittiğimizde deste deste, yığın yığın çağrı kâğıtlarının, mahkeme celplerinin masaların üzerinde bulunduğunu görünce şaşırıp kaldık. Bunlar yalnızca bizim muhtarda bulunanlar. Sahibine ulaşanlarla yeni gelecek olanlar hariç. Bir de diğer mahalle muhtarlarında olanları düşünürsek vay bizim halimize… Muhtar amcayla biraz sohbet edince insanlarımızın ne konularda birbirleriyle uğraştığını görüp şaşırdık. Köpeğin havlıyor, kedin miyavlıyor, horozun ötüyor, kümesin kokuyor, televizyonunun sesi geliyor, arabana garaj yaptın, çiçek diktin, meyve diktin, fidanının dalı bize sarktı, balkondan bize baktı, konukların bizi rahatsız etti, duvardan atladı… daha neler daha neler. Artık komşuluk kalmadı, artık iyi niyet kalmadı, bölüşmek, paylaşmak kalmadı, idare etmek, katlanmak kalmadı. Başvurduğumuz makamlar niye bize bu kadar bigâne davranıyor, adeta potansiyel suçlu muamelesi yapıyor diye düşünüyorduk. Bütün bu şikâyet ve dava konularını görüp öğrenince ne diyeceğimizi bilemedik ve şaşırıp kaldık. Nerde eski komşuluklar, nerde selam sabahlar, nerde paylaşmalar, nerde? Üç-beş kuruşu görüp mal-mülk sahibi olunca insanlığımızı unuttuk. Hemen her yerde şunu fark ettik: “Siz dışarıdan geldiniz, biz buralıyız, biz daha çok hak sahibiyiz!” Ne demek? Bunu açıkça yüzümüze söyleyenler de, ima edenler de oldu. 15 yıldır bizim ilçemize, insanımıza, çevremize yaptığımız katkılar kadar kaç kişi katkıda bulunmuştur acaba? Bütün bunlara karşın biz çevremize elimizden geldiğince olumlu katkılarda bulunmaya çalışacağız. Tevfik FİKRET ’in sözüdür: “Hak bellediğin yolda tek başına da olsa ilerleyeceksin!” . Ayrıca “İyilik yap denize at, balık bilmezse Halik bilir” de yine ünlü bir darb-ı meseldir. Haklı olduğumuz halde haksız sayılsak da, bir türlü kendimizi anlatamasak da eski bir eğitimci olarak elimizden geldiğince çevremize örnek olmaya ve insanımıza doğruları göstermeye, öğretmeye devam edeceğiz. Yılmak yok yola devam. HAFTAYA DAHA GÜZEL KONULARDA BİRLİKTE OLMAK DİLEĞİYLE SAĞLIKLA ve ESENLİKLE KALINIZ.

YAZARIN DİĞER YAZILARI