UZAK VE ULAŞILMAZ GİBİ GELEN YALÇIN KAYALARIN BÖĞRÜNDEKİ MASALSI İSHAKPAŞA SARAYI.

                Değerli okurlar, yaklaşık iki buçuk aydan bu yana devam edegeldiğimiz Doğu Turunu bu           " İSHAK PAŞA SARAYI"  bölümü ile bitirmiş oluyoruz. Yıllardan bu yana bildiğimiz, duyduğumuz, belgesellerde izlediğimiz, kitaplardan okuduğumuz uzak ve ulaşılmaz gibi bulduğumuz yalçın kayaların böğrüne kondurulmuş bu kartal yuvası saray, bize Kaf Dağı'nın arkasındaki Zümrüd-ü Anka Kuşunun yuvası gibi uzak, hayali ve masalsı gelirdi. Meğer gerçekmiş, ulaşılabilirmiş, bir o kadar da büyülü ve otantikmiş. Sağ olsunlar tur şirketindeki arkadaşlarımız yurdumuzun hemen her köşesine turlar düzenleyip buraları bize/ilgilenenlere gezdirip gösterebiliyorlar.  Eylül ayının sonlarına doğru ziyaret ettiğimiz bu antik saray ve çevresinde ne bir ağaç, ne yeşil bir ot ne de bir hayat belirtisi var. Ama zamanında borularla sular getirilip sıcak/soğuk burada yaşayanların hizmetine sunulmuş, yine bu saray içinde ve çevresinde has bahçeler kurulmuş, sarayda yaşayanlar olabildiğince rahat ve huzurlarını düşünerek bu ıssız dağ başlarında bile keyiflerini sürdürebilmişler. Sözü daha fazla uzatmadan gelin bu efsanevi sarayı kendi ağzından (levhalardan) okuyalım/dinleyelim: "İSHAKPAŞA SARAYI: Osmanlı mimarisinin Anadolu'da günümüze ulaşabilen tek saray yapısı olan ve yapıldığı yüzyılda olduğu gibi günümüzde de bölgenin en önemli mimari eseri olan İshak Paşa Sarayı, harem taç kapısı üzerinde yer alan kitabede (H.1099) M. 1784 yılında Çıldıroğullarından 2. İshak Paşa tarafından yaptırıldığı yazılmaktadır. Saray eski kasabanın merkezinde; üç tarafı tamamen sarp, dik, meyilli bir tepe üzerinde kurulmuştur. Tepenin yalnız doğu tarafında, sarayın ana girişinin de bulunduğu yönde araziye bağlantı sağlandığı görülmektedir. Sarayın üzerine inşa edildiği platformu oluşturmak için kuzey, güney ve kısmen batı yönlerine, çevresi yüksek duvarlı teraslar ve bodrum katları inşa edilmiştir. Saray, bazı bölümleri tek, bazı bölümleri iki, bazı bölümleri bodrum katı ile birlikte üç katlı olacak şekilde ve başlıca iki avlu çevresinde oluşturulan bölümlerle ana kütleyi oluşturan harem bölümünden meydana gelmiştir. Dıştan dışa 115X50 m. Boyutlarındaki saray, oturduğu saha ile birlikte 7.600 metrekarelik bir düzlem üzerine oturtulmuş olup 360 birimden meydana geldiği tahmin edilmektedir.  Sarayda kullanılan temel yapı malzemesi, oldukça zengin bir çeşitlilik gösteren ve çevrede bulunan taşlardır. Taş malzeme dışında sınırlı miktarda ahşap, sıva ve harç ile taşların bağlantı elemanı veya pencere parmaklıklarında demir malzeme kullanılmıştır. Bölgenin iklim koşulları göz önüne alındığında sarayın ısıtılması sorununa en uygun çözüm yolu olarak sıcak su toprak künkler vasıtasıyla yapı içerisinde dolaştırılmış, bir nevi kalorifer sistemi oluşturularak mekânlar ısıtılmıştır. Süsleme programı bakımından Osmanlı mimarisinin en zengin örneklerinden birisi olan sarayın süslemelerinde yapıldığı dönemin moda beğenisi olan Barok-Rokoko gibi bazı Batı etkiler, kuzey Kafkasya ve İran etkileri ile yoğurularak eklektik bir karakter ortaya konulmuştur. Ancak motiflerin temeline ve kompozisyon düzenlemelerine inildiğinde mimaride olduğu gibi süslemelerde de geleneksel Selçuklu sanatı etkilerinin ağır bastığı görülmektedir.

BİRİNCİ AVLU: Sarayın birinci avlusuna giriş, mukarnas kavsaralı, dışa ve yukarıya kitlesel anlamda taşıntı yapan birbirinden farklı, zengin mimari öge ve süslemelerle donatılmış anıtsal nitelikli bir taç kapıdan girilmektedir. Genel yapısıyla Selçuklu mimarisinin özelliklerini yansıtan taç kapının süslemelerinde dönemin moda beğenisi olan Barok-Rokoko karakterli motifler ve Ampir üslubuna mimari etkileri Selçuklu üslubu ile birleştirilerek eklektik bir karakter oluşturulmuştur.  Taç kapının üstünde bir de avluya bakan oda bulunmaktadır. Birinci avlunun sağ tarafında avluya bitişik olarak yapılmış bir klasik Osmanlı cephe çeşmesi, sol tarafta bekçi odaları, kuzeyde muhafız koğuşları ile zindanlar, güneyde ise arabalık veya tavla bölümleri bulunmaktadır.

 ÇEŞME: Bölge halkı arasında "Süt Çeşmesi" olarak anılan ve daha önceleri bir musluğundan su, diğer musluğundan süt aktığı söylenen çeşme, Osmanlı çeşme mimarisinde "cephe çeşmeleri"  grubuna girmektedir.  Günümüzde hala işlevini sürdüren ve yüksek yaylalardan toprak künklerle buz gibi suları saraya taşıyan çeşmenin muslukları orijinal değildir. Diğer bölümleri sağlam olarak günümüze ulaşmıştır. İç içe kademeli olarak iki sivri kemerin çerçevelediği çeşme nişi oldukça derin tutulmuştur. Bu nişlerin arasında çevresi kıvrık dal ve yapraklardan oluşan bitkisel motiflerle süslenmiş yazısız Barok üsluplu bir aynalık taşı bulunmaktadır. Bu kompozisyonun üst kısmında su ile güller arasındaki aşkı sembolize eden bir damla motifinin içinde kıvrık dal ve yapraklarla birlikte işlenmiş bir gül motifi dikkat çekmektedir. Üzerinde iki musluğun yer aldığı dikdörtgen aynalık taşının üst kısmı siyah düz atkı taşlı bir derin niş olarak düzenlenmiştir. Muslukların önünde bir derin mermer yalak, yalağın iki yanına da su içerken insanların oturması ve dinlenmesine uygun iki adet seki taşı konmuştur. Çeşme nişinin dört satırlık kitabesinde "Ta mihr ü mehin yandıkça çerağı/Devletle kadim eyleye Mevla bu ocağı/Oldukça cihan ni' meti ma' mur u pür olsun/Kevser gibi tatlı ola bu ab-ı bulağı." Günümüz diliyle: Gökyüzünde ay ile güneşin ışıkları parladıkça Allah devlete bu ocağı ebedi eyleye. Dünya durdukça buranın nimeti dopdolu olsun. Bu çeşmenin suyu cennetteki Kevser gibi tatlı olsun.

MUHAFIZ KOĞUŞLARI: Günümüzde orijinal üst örtüsü yıkılmış olan uzun bir dikdörtgen planındaki bu bölüm sarayın güvenliğine ayrılmıştır. Geçmişte muhafız oda ve koğuşlarının yer aldığı anlaşılan bu bölümün pencere sayısı oldukça az olup dört kapı ile 1. Avluya açılmaktadır. Bu bölümün batısında içerden girişi olan tek pencereli, iki katlı bir oda daha bulunmaktadır.

 ZİNDAN: Muhafız koğuşlarının altında, avlunun kuzey batı köşesinde, duvarın en ucunda bulunan bir kapıdan dikine 21 basamaklı merdivenlerle inilen zindan bölümünde uzunca bir koridordan sonra dikdörtgen planlı tonozla örtülü altı hücre bulunmaktadır. Her hücre birer küçük mazgal ile aydınlatılmaktadır. 1805 yılında Napolyon'un gizli ajanı olarak bölgeye gelen ve tutuklanarak saray zindanına atılan P.A. Jaubert, seyahatnamesinde mahkûmların bu bölüme tavanda yer alan bir açıklıklan halatla indirildiğini belirtmektedir.

 ISI MERKEZİ: 1. Avlunun kuzey batı köşesinde yer alan ve içinde halen sıcak ve soğuk su şebekesinin geçtiği kontrol tünelinin bulunduğu bu odanın ısı merkezi olduğu tahmin edilmektedir. Bölgedeki yaşlı insanların ifadelerinde de bu odada bakır bir kazanın bulunduğu ve 1. Dünya Savaşı'ndan sonra kaybolduğu belirtilmektedir. Onarımlarda ısı merkezine ait izler tamamen kaybolmuştur. Bu odada yer alan ve içinde künk boruların geçtiği kontrol tüneli camiye kadar uzanmaktadır. Bu merkezden verilen sıcak su ve su buharı ile mabeyn bölümü, cami, medrese ve muayede salonu ısıtılmıştır. Harem bölümü ise hamam külhanından yararlanılarak ısıtılmıştır. Isıtma sisteminin ulaşmadığı yerler de ocaklarla ısıtılmıştır.

 SELAMLIK/MABEYN BÖLÜMÜ: İkinci avlunun en önemli yapı grubu olan ve içinde devlet işlerinin yürütüldüğü selamlık bölümüne, duvar içine yerleştirilmiş mukarnas kavsaralı bir taç kapıdan girilir. Bu taç kapı, dışarıdan iki yandan yuvarlak kaideli silmeler ve köşe sütunceleri ile çerçevelenmiştir. İç kemerin iki yan yüzeyinde Rokoko tarzında stilize ağaç panolar oldukça plastik bir biçimde işlenmiştir. Giriş kapısından sonra bir taş merdivenle geçilen uzun bir koridordan sağda selamlık salonuna, karşıda selamlık odalarına, solda ise camiye geçilmektedir. Önemli kişilerin ve konukların kabul edildiği, ayrıca resmi işlerin yürütülüp karara bağlandığı divan (mabeyn) salonu 2. Avlu taç kapısının yanındaki köşk odaya da geniş bir kemerle açılmaktadır.

 TÜRBE: Kime ait olduğu kesinlikle bilinmemekle beraber giriş kapısı üzerinde ebced hesabı ile yazılan H. 1214 (M.1799/1800) tarihinin sarayın banisi(bina eden/yapan) olan 2. İshak Paşa'nın ölüm tarihi ile aynı olmasından dolayı 2. İshak Paşa'ya mal edilmektedir. Sekizgen planlı türbe küçük ölçülerde olmasına karşın hareketli cephesiyle, geleneksel özelliklerle bölgesel özelliklerin başarılı bir sentezini göstermektedir. Doğuya bakan giriş kapısından merdivenlerle cenazelik bölümüne ulaşılır. Buradaki mezarların tamamı tahrip edilmiş. Buradaki anıtsal giriş ile çeşmenin bulunduğu hazire tamamen yok olmuş ve günümüze birkaç taş parçası kalabilmiştir.

 HAREM ODALARI:  Harem bölümünün merkezinde yer alan harem avlusunun kuzey ve batı yanından kuşatan bir koridorun dış yanlarında L şeklinde bir plan üzerinde sıralanmış harem odaları bulunmaktadır. Hemen hemen aynı tipte olan odalardan köşe odaları hariç her birinin muhteşem Bayazıt manzarasına bakan ikişer penceresi ve pencereler arasında da birer şömine bulunmaktadır. İki katlı olan haremin üst kat odalarında kalan kalıntılardan aynı düzene sahip oldukları anlaşılmakla birlikte, duvarlardaki zarif yerli dolap ve şerbetliklerden daha iyi bir işçilikle hazırlandıkları anlaşılır.

HASBAHÇE: Sarayın batısında, harem dairesinin arkasında bir teras üzerinde yer alan has bahçeye batı cephenin ortasında sade bir kapı ile geçilmektedir. Haremin üç yanını çevreleyen bahçenin vaktiyle ağaç ve çiçeklerle süslü olduğu sanılmaktadır. Son onarımlarda yapılan bazı temizleme çalışmaları sırasında bahçenin ortasında suyunun künklerle taşındığı bir havuz kalıntısına rastlanmıştır.

MUAYEDE SALONU: Haremin ortasında yer alan ve özel günlerde eğlencelerin, önemli aile toplantılarının yapıldığı ve salon olarak kullanıldığı düşünülen dikdörtgen planlı bu yapıya zengin dekorlu iki kapı ile geçilmektedir. Salon doğu ve batı yönlerde ikişer sütuna bindirilmiş üçer kemerle üç kısma bölünmüştür. Çevre duvarlarında içeriye doğru daralan paye, sütuncelerle çevrili, yuvarlak kemerle süslü sağır nişler, harem koridoruna açılan pencereler ile işlerlik kazandırılmıştır. Pencerelerin üst kısımlarında Rokoko çerçeveler içine yazılmış ayetler, hadisler ve İshak Paşa'yı öven şiirlerden oluşan kitabeler zengin bir taş işçiliğinin ürünleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Kitabedeki bilgilerden biri şöyle: "Buldu bu kasr-ı dil-ara avn ile çün hatime/Kıl kerem İshak'a hem ya Rabbi hüsn' ül-hatime" Günümüzün diliyle: Bu gönül okşayan saray, Sen'in yardımınla yapıldı, Ya Rabbi, İshak'a şefaat et, sonunu hayır eyle.

 MUTFAK: Dikdörtgen planlı mutfak, karşılıklı duvarlardan atılan ikişer kemerle desteklenen dokuz bölmeli bir üst örtüye sahiptir. Mutfağın üst kısmını örten yüksek mekânı Selçuklu kümbetlerini anımsatmaktadır. 19. Yy. sonları ile 20.yy. başlarında saray kışla olarak kullanılmıştır. HAMAM: Bu sarayın özel hamamı, geleneksel Türk hamam mimarisine uygun olarak planlanmıştır.

 İKİNCİ AVLU: Bu avluya geçit veren anıtsal kapı Gotik tarzda inşa edilmiştir. Oldukça yüksek ve sivri kemerli olarak düzenlenen taç kapının yanları verev şeklinde düzenlenmiş olup bu verev kenarların iki yan yüzeyinde, yüksek kabartma tekniğinde, Selvi ağacı görünümünde, üzeri kıvrık dal ve yapraklarla süslü iki iri ağaç motifi yerleştirilmiştir. Sarayın çeşitli yerlerinde ve saray mezarlığında çok sayıda işlenen Selvi ağacı motifi, Türk-İslam sanatında uzun ömrü temsil eder. Selvi motiflerinin başlarının eğik olması ise Allah' ın emri karşısında insanın boynunun büküklüğünü anlatır. Taç kapının iki yanında bitişik iki katlı olarak düzenlenen hizmet odaları bulunmaktadır. " Saraydan çıktığımızda kendimizi uzun süren bir masal âleminden uyanmış gibi hissettik. İster/istemez bu masalsı âlemi arkamızda bırakarak dönüşe geçtik. Gelecek gezilerde/yazılarda buluşmak umuduyla.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI