İNSAN OLMANIN SORUMLULUĞUNU DUYMAK

İNSAN OLMANIN SORUMLULUĞUNU DUYMAK

Her geçen gün daha bencil ve daha maddiyatçı oluyoruz. Böyle olunca da vicdanı bir yana bırakıp yalnızca cüzdanı düşünmeye başlıyoruz. Değişik biçimlerde toplu ölümler gündeme geldiğinde her ölenin bizim gibi birer canlı olduğunu düşünmeden olaya sayısal bakıyoruz. Evine ekmek götüremeyen, işsiz olduğu için çocuğunun okul masraflarını karşılayamadığı için bunalıma girip canına kıyanları bir haber olarak değerlendiriyoruz. İğneyi kendimize batırmayı unuttuk. Duyarsızlaştık.

Binlerce anasız, babasız çocukların varlığını, bunların insan olduğunu, kendi çocuğumuzmuş gibi düşünülmesi gerektiğini aklımıza getirmek istemiyoruz.

Hemen denecek ki bunlara her türlü olanağı sağlayacak olan devlettir. Biz ne yapabiliriz? Doğrudur böyle çocuklar için Çocuk esirgeme kurumları ve yetiştirme yurtları var. Var da her anasız-babasız kalan çocuk, elini, kolunu sallayarak buralara gidemiyor ki… Oralara alınabilmesi için bir sürü bürokratik işlemler var. Her çocuğun bu işlemlerini gerçekleştirecek yakınları olmayabilir.

Bizim yapacak fazla bir şeyimiz bulunmadığını, bunu devletin yapması gerektiğini belirterek vicdani bir sorumluluğumuz olamayacağı biçiminde değerlendirebiliriz. Oysa en azından çevremizde bakıma muhtaç çocukların devletin ilgili kurumlarına kabul edilmesi için bürokratik işlemlerin yapılmasına katkı yapabiliriz. Oraya yerleştirilen çocuklara gönüllü ağabey ve ablalık yaparak onlara sevgimizi verebiliriz. İnanın, o yavruların aştan, ekmekten önce sevgiye gereksinimleri var. İnanın, böyle davranmakla yalnız vicdanımızı rahatlatmış olmayız. Onların sağlıklı gelişen birer yurttaş olarak yetişmelerini de sağlamış oluruz.

Yakın çevremizde sokakta yaşamak zorunda kalan çocuklara da yardımcı olmamız gerekiyor. Onların o yaşlarda aç-sefil kaldığı için istemeyerek de olsa çalmak zorunda kalacaklarını, bazı acımasızların bunları kullanacağını, böylelikle de her geçen gün artarak birer suç makinesi olacaklarını düşünüp bunu önlemek için elimizden geleni yapmak insanlık görevimiz değil mi?

İşte bunu önlemek için her yurttaşa kendi olanakları oranında bir yurttaşlık görevi düşmektedir. Bizim “komşun açken sen tok yatamazsın” biçimindeki son derece önemli anlayışımıza ne oldu? Bu kadar mı duyarsızlaştık?

Acıdır ki gerçekten de duyarsızlaştık. Yaşlımızın gencimizin elinde bir telefon kimsenin kimseye ayıracak bir zamanı yok ki çevresindeki bu gibi gerçekleri görsün. Herkes bir tüketim koşullanması içinde… Bu nedenle artan masrafları karşılamak için sürekli para kazanma peşinde koşturmaktan kimsenin kimseyi ayıracak bir zamanı yok.

Herkes ya telefon ya bilgisayar, ya da televizyon başında, yani sanal ortamda… Böyle olunca da değil çevremizdeki yardıma muhtaçları görmek, aile bireyleri olarak da zorunlu konuşmalar dışında oturup birbirimizin dertlerini bile dinleyemiyoruz. Ailesine yabancılaşanların sokaktaki yardıma muhtaçları düşünmesi hiç mümkün olamaz.

Böyle bir toplum yapısına sürüklenişimizin en önemli nedeni, birbirlerine ve başkalarına karşı duyarlı davranmayı öğretmeyi, okumayı bir gereksinim olarak benimsetmeyi amaç edinen bir eğitim yerine itaate koşullanan ve öğrenmeyi değil, ezberciliği öngören bir eğitim sitemi uygulamakta olmamızdır. Elin oğlu bizden bin yıl önce bugün dünyanın en önemli üniversitesini açmış. Yüzyıllar süren bir sorumluluk taşıyan kuşaklar yetiştirmeyi devletin temel görevi bilmiş. Bunun için insanın beyninin gelişmesini sağlamak gerekiyor çünkü. Yeterince beyinler geliştirilmeden başkalarının ürettiği teknik araçları kullanmaya başlamışsak böyle bir toplumdan daha başka ne bekleyebiliriz ki…

Nuri çelik

 

 

 

 


Diyelim ki devlet, anılan kurumları aracılığıyla bu çocukları koruma altına aldı. Bununla iş bitiyor mu? Hayır bitmiyor. Bunlara on sekiz yaşına kadar olanaklar sağlıyor. Ya ondan sonra… Beş parasız gençler sokağa salınıyor. Yaşam deneyimi olmayan bu gençleri nelerin beklediğini bir düşünelim. Özellikle kız çocuklarının durumu içler acısı…

Fırsatçılar ve her şeyi para olarak gören acımasızların eline düşen bu gençlerin sonunu hiç düşünüyor muyuz? Anne-baba sevgisini tatmayan bu yavruların bir tatlı dile, yapmacık, sahte sözlere kolayca kanabileceğini, nasıl vicdanları kanatacak biçimde kullanılabileceğini düşünelim. Hem de onların durumlarını kendi çocuğumuzmuş gibi algılayarak düşünelim. bu kurumlara ufak da olsa yardım ederek oradaki çocuklara sevgimizi sunabiliriz. On sekiz yaşına gelecek olan ve okuyarak bir meslek sahibi olmayanlara kendi durumumuz uygunsa iş vererek, değilse iş bularak bu gençlerin birer suç makinesi olmasının önüne geçebiliriz. Onları topluma kazandırabiliriz. Zararlı değil, yararlı yurttaşlar olmalarına fırsat hazırlayabiliriz.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI