LATMOS'TA HEREKLEİA

LATMOS'TA HEREKLEİA

                Değerli okurlar, fırsat bulduğumuz ve izin alabildiğimiz sürece Muğla ve çevresindeki illerde bulunan ören yerlerini gezip yazmaya devam edeceğiz. Sabahın yedisinde daha kargalar kahvaltısını yapmadan biz yollara düşüyor ve batı yönünde ilerliyoruz. Sabah serinliğinde, pırıl pırıl tertemiz bir havada Ula, Muğla ve Yatağan'ı bir nefeste geçip Milas'ı daarkada bırakarak kendimizi Latmos Körfezi kıyısında buluyoruz. Yollarda ineklerini, koyunlarını otlaklara götüren birkaç ihtiyar köylüden başka kimseleri göremiyoruz. Antik alana indiğimizde Kapıkırı köyünün önünde bulunan Bafa Gölü'nün pırıl pırıl sularıyla karşılaşıyoruz. Girişteki bilet gişesi bile kapalı ve ortalarda kimsecikler yok. Hemen foto. Makinelerimizi alarak ören yerini dolaşıp harabeler arasından gölün, adaların, adacıkların ve bu adacıklar üzerinde ayakta kalabilen yarı yıkılmış antik duvarların görüntülerini alıyoruz. Gölün suyu ve görüntüsü pırıl pırıl tertemiz, kıyıdaki kumlar/kumullar pirinç taneleri gibi bembeyaz. Küçük dalgalarla oynaşıp duruyorlar. Bu durum yalnız bu gün değil; binlerce yıldır böyle.

                LATMOS, Helen dilinde bir sözcük. Antik çağlarda bu bölge ana tanrıça Lada' dan dolayı bu isimle anılmaktadır. Helenler, LADA ismini LATMOS olarak değiştirerek şehre bu adı vermişlerdir. M.Ö. 3. Yy başlarında on yıl kadar Ptolemaisos sülalesinden Pleistarkhos' un yönetiminde kalan şehir bu devrede Pleistarkheia diye, daha sonra da Lysmakhos tarafından Latmos kıyısındaki Aleksandreia diye isimlendirilmişse de bunlar kalıcı olmamıştır. Şehrin ne zaman inşa edildiği kesinlik kazanmamış olsa da M.Ö. 2. Yy. da Miletos-Magnesia savaşında bahsedilmiştir. Roma devrinde şehre bağımsızlık verilerek önemi ortaya çıkmıştır. XII-XIV yy. larda da piskoposluk merkezi olarak birçok kilise inşa edilir. Latmos Herekleia' sı en parlak devrini Hellenistik dönemde yaşamıştır.

Ünlü coğrafyacı STRABON, HEREKLEİA' yı anlatırken Anadolu'nun antik kentlerini; Kapadokya'yı, Sinop'u, Samsun'u, Trabzon'u, Herekleia' yı ve Miletoslular' ı  o kadar yakın ve iç içe gibi anlatıyor ki, sanki Muğla'nın ilçelerini anlatıyor. "ANTİK ANADOLU COĞRAFYASI" adlı yapıtının daha başlarında HEREKLİA için şunları yazıyor: "Herekleia, iyi limanları olan bir kenttir ve başka şeylerden dolayı da değerlidir, kurmuş olduğu koloniler gibi; çünkü hem Khersonesos hem de Kallatis onun kolonileridir. Eskiden Herekleia, bağımsız bir kentti, bir süre Tiranlar tarafından yönetildi ve sonra tekrar bağımsızlığını kazandı fakat daha sonraları Romalılar' a tabi olunca, krallar tarafından yönetildi. Halk, Romalı bir koloniyi kabul ederek kentlerinin ve topraklarının bir kısmını onlarla paylaştılar. Fakat Galatialıların tetrakhes' i olan Domnekleios' un oğlu Adiatorix, Antonius' tan kentin Herekleialılar tarafından iskan edilmiş olan kısmını aldı ve kendi iddiasına göre Antonius' un Aktion savaşından biraz evvel, bir gece Romalılara saldırarak onları kılıçtan geçirdi. Fakat Aktion zaferinden sonra, zafer törenine götürüldü ve oğlu ile beraber orada öldürüldü. Kent, Bithynia Kocaeli-Adapazarı-Bolu) ile birleştirilmiş olan Pontos eyaletine aittir". Bıldırcın otu denilen bitki Herekleia topraklarında yetişir. Bu kent, Khalkedonia tapınağından aşağı yukarı bin beş yüz stadia (Eski Roma ölçü birimi: 185 m.) uzaklıktadır."  Bu kentle ilgili Kültür şu bilgileri ediniyoruz: "Herekleia antik kenti bu günkü Kapıkırı köyü sınırları içerisinde olup Milas'a 39 km. uzaklıktadır. Kent antik çağda Ege Denizinin bir uzantısı olan "LATMOS KÖRFEZİ' ne sahipti. Ancak binlerce yıl Menderes nehrinin getirdiği alüvyonlarla dolması sonucu körfez bu günkü BAFA GÖLÜ' ne dönüşmüştür. Kent, coğrafi olarak İyonya ile Karya sınırında, hatta İyonya bölgesinde yer almasına rağmen karakter ve tarihi geçmişiyle tipik bir Karya kenti olarak kabul görmüştür. Kent, adını ünlü mitoloji kahramanı Herakles'ten almıştır. M.Ö. 8. Yy da adı LATMOS iken, Persler zamanında Karia satrapı Mousolos' un eline geçmiştir. İskender'in Asya seferi sonucu İskender İmparatorluğu'nun daha sonra Seleukoslar' ın egemenliğine bağlanmıştır. M.Ö. I. Yy da denizle ilişkisinin kesilmesi üzerine eski dönemini kaybeden HEİREKLEİA, ulaşımdaki güçlük nedeniyle Hristiyan keşişlerin gizlenme yeri olmuştur. Çok engebeli ve kayalık bir arazi üzerine kurulan antik kentin çevresi 65 kule ile takviye edilen 6,5 km. uzunluğunda bir sur ile çevrilidir. Düzgün, dikdörtgen ve kare taş işçiliği gösteren sur duvarları HELLENİSTİK DÖNEM' de yapılmıştır. HİPPODAMOS şehir planına göre iskân edilen Herekleia, birbirini dik kesen ızgara biçiminde parsel ve sokak planının iyi uygulandığı şehir planlarından biridir. Limanın arkasında uzanan kayalık arazi üzerinde yer alan ATHENA TAPINAĞI, kentin en iyi korunmuş yapılarından biridir. Templum in Antis tarzında, iki sütunlu Helenistik ÇAĞ yapısıdır. Athena Tapınağının doğusunda yer alan agora iki katlı olup günümüzde birinci katı ayakta kalabilmiştir. Athena Tapınağının hemen doğusundaki Agora şehrin merkezinde yer alır. Helenistik dönemde inşa edilen Agora'nın güney tarafı iki katlı olup birinci kat duvarları ve dükkânları sağlam olarak günümüze ulaşabilmiştir. Etrafında ise hala yer yer izlenebilen galerileriyle çevrili olduğu anlaşılmaktadır. Kentin kuzey doğu çevre duvarları oldukça iyi durumdadır.  Tiyatro kentin güney doğusunda yer alır. Skene binasına ait duvarları ile birinci caveaya ait oturma sıraları görülebilir. Mitolojiye göre Ay Tanrıçası SELENE, Latmos dağlarında çobanlık yapan güzel delikanlı Endymion' a âşık olur ve onu ebedi uykuya mahkûm eder. Bu çilehanelerin tavanlarını ve duvarlarını süsleyen freskler; İsa'nın hayatını, Meryem'i ve Azizleri tasvir eder. Herekleia antik kentinde Alman Anneliese PESCHLOW tarafından yapılmakta olan yüzey araştırmalarına her yıl devam edilmektedir. 1991' den itibaren dağın Herekleia antik kentinin sınırları içinde kalan bölümündeki yerleşmelerin incelenmesine yönelik çalışmalar gerçekleştirilmiştir. Bu kapsamda zirvede çok eski bir yağmur ve kaya kültünün varlığı da göz önünde bulundurularak belirli bir hedef doğrultusunda tarih öncesi dönemlere ait kalıntılar araştırılmıştır. İlk kaya resimlerinin 1994 yılında bulunduğu Latmos' ta bu gün 170 kaya resmi bilinmektedir. STRABON, söz konusu eserini bazıları 57 yaşında M.Ö. 7 yılında, bazıları da M.S. 18-19 yılları arasında yazdığını iddia etmektedirler. Her ikisi de mümkündür. Strabon, yine eserinin bir yerinde Trabzon yakınlarının Heptakomitler kavmi tarafından işgal edilmiş olduğunu söyler. "Şimdi bu dağlarda yaşayan insanlar tamamıyla vahşidir. Fakat Heptakomitler daha da kötüdür. Bazıları ağaçlarda veya seyyar ahşap kulelerde yaşarlar. Bu kulelere MOSYN denildiğinden antik devirde bu insanlar Mosynekler olarak adlandırılmışlardır. Bunlar vahşi hayvan eti ve ceviz yiyerek yaşarlar ve kulelerden atlayarak insanlara saldırırlar. Heptakomitler, Pompeius' un ordusu dağlık ülkeden geçerken üç Roma bölüğünü imha etmiştir. Bunlar ağaç sürgünlerinden elde ettikleri DELİ BAL'I kâselerle yol üzerine bıraktılar ve askerler bunları yiyip de bilinçlerini kaybedince onlara saldırarak kolayca saf dışı ettiler. Bu vahşilerin bir kısmına da Byzeres denir."

Değerli okurlar, Söke'de kaldığım beş yıl boyunca ve İzmir ve çevresi yolculuklarımda yıllarca arkadaki kayalık tepelerle öndeki zeytin denizi arasında uzanan LATMOS KÖRFEZİ' nin seyrine doyum olmazdı/olmadı. Öğrencilerime Bafa Gölü'nü şu şekilde sorardım. "Çocuklar, Bafa Gölü'nün suları tatlı mı, yoksa tuzlu mudur?" Her iki seçenek de yanlıştı. Çünkü önceden denizin bir uzantısı olan bu yer, zamanla Menderes'in alüvyonları ile dolup göle dönüştüğünden ve birlerce yıl içine tatlı suların aktığından ne tatlı, ne de tuzlu idi; yavan bir suyu vardı. İkinci soru da "Çocuklar, Bafa Gölü Aydın sınırlarında mı, yoksa Muğla sınırlarında mıdır?" Çocuklar yine iki seçenekten birini söylerler ve yanılırlardı. Çünkü Bafa Gölü, her iki ilin sınırları dâhilindedir. Bilenler bilir. Bafa Gölü 70'li yılların öncesinde yöre Ağalarının mülkiyetinde idi(öyle iddia ediyorlardı) ve çevresinde atlı/silahlı nöbetçiler dolaşır, köylüleri kıyısına, suyuna, balığına yaklaştırmazlardı. Ecevit döneminde göl, kamulaştırılarak halkın/köylünün hizmetine sunuldu. (16 Haziran 1978) Bafa Gölü, 1994 yılından bu güne "TABİAT PARKI" statüsü içinde bulunmaktadır. BAŞKA ÖREN YERLERİNDE BULUŞMAK UMUDUYLA.

YAZARIN DİĞER YAZILARI