OĞUZ=ÖKÜZ MÜ?

OĞUZ=ÖKÜZ MÜ?

Değerli okurlar, sözcüklerin köken bilgisi anlamına gelen leksikolojiye oldum olası çok meraklıyımdır. Ne zaman yabancı bir sözcük ya da kavrama rastlasam mutlaka aslını araştırıp anlamını bulmadan rahat edemem. Halikarnas Balıkçısı' nın eserlerini okuyordum. "ARŞİPEL' de arktik dünya ile ilgili o kadar çok ve ilginç sözcük ve kavramlar karşıma çıktı ki, her birini öğrendikçe "Neden şimdiye kadar bunları okumadım?" diye hayıflandım. Bilirsiniz bizde isimlerimizin çoğu Arapça, soyadlarımız ise Türkçe' dir. Çünkü soyadı kanunu 1935'lerde gelmiş ve soyadı alırken Türkçe olmasına özen gösterilmiş. İlginç erkek isimleri ile ilgili küçük bir araştırma yaptım. Karşıma şu örnekler çıktı; Burak: Berk(Yıldırımdan). Ebubekir: Deve yavrusunun babası. Abbas: Sert, çatık kaşlı kişi..  Amid: Çok hasta, aşk hastası. Beyazıt: Ebu Yezit, Ebu yezit' in babası. Burkan: Yanardağ, volkan.. Cezzar: Deve kasabı. Ethem(Edhem): Kara yağız at. Ertan: Dericilerin yaprağıyla deri boyadıkları bir çeşit ağaç. Hüreyre: Kedicik, kedi yavrusu. İdris: Meyvesi hoş kokulu, kerestesi güzel bir kiraz türü. İmadeddin: Dinin direği(kolon). Kazım: Öfkesini yenen kimse. Koçak: Yürekli, eli açık kimse. Bu örnekler devam edip gider. Soyadı, daha M.Ö. Etrüskler zamanında kullanılıyormuş.

            Balıkçı, yazıların birinde Oğuz isminin eskiden Öküz olarak kullanıldığını yazar. Bu yazıyı okuyan bir okuru O'ndan "Oğuz isminin Öküz' den geldiğini kanıtlamasını istemiş." Bu konuları uzmanı olan birçok dünya dillerini iyi bilen Balıkçı şöyle açıklıyor: "Diller oluşurken sıfatların çoğu hayvanlardan alınıyordu. Günümüzde bile korkusuz bir insan için aslandır, kurnaz için tilkidir, kısacası domuzdur, eşektir, maymundur falan deriz. Aslandır dediğimizde dört ayaklı, uzun kuyruklu bir hayvan demek istemeyiz. Milyonlarca yıla varan yabanıllık zamanında, insan yaban öküzü görmüştü. O hayvan, görkem, ululuk ve güç bakımından günümüzün bir ekspres lokomotifine benzer. Yaban öküzünün yaşadığı dönem, mamut filinin yaşadığı döneme yakındır. Aslında mağaralarda yaşayan insanlarca, mağaralar içinde yapılan resimlerde mamut fili, yaban öküzü ve kuzey geyiği resimleri görülür. Bu hayvanlar tanrı sayıldıklarından resimleri oralara yapılıyordu. İnsanlar eşeğe de taptı. İnsanoğlu tarih boyunca hangi hayvana tapmadı ki, eşeğe şimdi bile tapsak haklı oluruz. Bu yolsuzlukta, kamyonculuk ve yedek parça kıtlığında köy eşekleri olmasa, halimiz yaman olurdu. Kimi dillerde öküz sözcüğü tıpkı Türkçe' deki gibi söylenir. Örneğin İngilizcedeki OKS, doğrudan doğruya bu sözdendir. İngilizlerin oks' lu birçok soyadları vardır.  Yaban öküzü, insanoğlunun usunu öyle etkilemiştir ki, birçok dillerde büyüklük ve ululuk anlamına gelen sıfatlar bu öküz sözcüğünden oluşmuştur. Örneğin hükümdarlara verilen Ogüst sözcüğü gibi. İmparator August' un adı kök bakımından oks sözcüğündendir. Yaz mevsiminin en verimli, en sıcak uzun ve nevime(yeni yepyeni) yapılı ayı, Ağustos ayıdır. Bu ayın adı da hem imparator, hem de oks nedeniyle Öküz ya da Oğuz ayıdır. Hatta birçok dillerde çoğaltma sözcüğü yani, Ogmante sözcüğü de aynı köktendir. Sakson dilinde Oksa, İsveç/Danimarka dilinde Ohse, Eski yunanca' da Okes ve Okse, Golf dilinde Ausa ve Ausos, Sanskritçe' de Uhsa' dır.

            Örneğin Araplarca en büyük, en yararlı hayvan deve olduğundan, deveden yani, Camel' den Cemil sözü oluşmuştur. Bu sıfat bu gün Tanrıya bile Elcemil diye ithaf edilir. Şu yanı unutulmamalı ki, ilk tanrılar hayvan biçiminde temsil edilirdi. Hatta hayvanların kendileri tanrı sayılırdı. Bunların arasında aslanlar, kartallar, kazlar, horozlar, tavşanlar, kurtlar, keçiler vardı ve daha neler vardı. Bunları yarı insanmış biçiminde Mısır' ın tanrılarında da görürüz. Türkler' in bir totemi ve bu arada Romalılar' ın totemi kurt' tu. Ancak tanrılar en çok öküz ve boğa olarak temsil edilirlerdi. Örneğin Apis. Hatta tanrılar insanlaştıktan sonra bile güç amblemi olarak çift boynuz taşırlardı. Örneğin Hitit tanrılarının birçoğu. Gotlar ve Galluvalar güç amblemi olarak tolgalarına boynuz takıyorlardı. Hatta Michelangelo, üst yapıtlarının biri olan Roma' daki Musa heykeline iki boynuz taktı. Öküz sözcüğü genellikle büyük sığırları kapsıyordu. Boğa da öküz sayılırdı. Zavallı öküz iğdiş edilip boyunduruğa vurulduktan sonra öküz sözcüğü küçümsemeyi içerdi. Oysa Karakeçili, Akkoyunlu kabilelerinde olduğu gibi Oğuzlar döneminde Öküz' lük, büyüklük, güçlülük hatta parlaklık anlamlarına geliyordu. Tanrılar insanlaştırıldıktan sonra bile, simge olarak yanlarında bir hayvan bulundururlardı. Örneğin Jüiter(Zeus) Kartal, Athena Baykuş, Venüs Kumru. Tanrılar insanlaştırılmazdan önce bu simgelerin aynıları olarak kabul edilmişlerdi. Bu günkü Oksford sözcüğü, öküzün geçtiği yer anlamına gelir. O üniversitede de on on beş bin öğrenci vardı. Bunlar diploma aldıkça kendilerini öküzün geçtiği yerden geçmiş saymazlar. Bizim Toros dağlarının adı da Boğa dağları demektir." Demokrat İzmir. 11.03.1956

FARMAKOS: Atina' da her yıl Tageliya Festivali ya da şenliğinde kente özgü törenle iki kişi öldürülürdü. Bunlardan biri kentin erkekleri, öteki de kadınları adına dövüle dövüle öldürülürdü. Bunlara Farmakos denirdi. Sözüm ona bir yıl içinde kent halkınca işlenmiş ne denli günah varsa, Farmakos denilen bu insanlarda toplanırdı. Bu zavallı adamlar dövüle dövüle öldürülürken, sözde tüm günahları da dövüle dövüle çıkarılmış olurdu. Böylelikle bu umarsız insanları kurban değil, ancak bir tür ölesiye (vur abalıya) saymak zoru vardır. Bu masum insanlar, başkalarının ceza ve sorumluluğunu çekiyorlardı. Büyük yargıç Sokrates hakkında Diogenes Laertius "Kendisi Targella şenliğinin altıncı günü Atina kentinin Farmakos' ların aracılığıyla günahlarından kurtuldukları gün dünyaya geldi" der. Farmakos' lar, değil İsa'dan önce beşinci y.y. da, fakat dördüncü y.y. da yani yakın tarihi zamanlarda ve Atina' nın en yüksek düzeyine eriştiği dönemde öldürülüyorlardı. Farmakoslar, şu biçimde öldürülürdü: Bu zavallılar, kentin çirkin, kambur, kötürüm ve sağır ya da körleri arasından seçilirdi. İlk önce kentin bir alanına götürülürlerdi. Bunlara yemek için peynir, arpa ekmeği ve yaban inciri verilirdi. Sonra da incir dallarıyla onlara yedi kez vurulurdu. Sonra yüz ve gözlerine insan dışkısı atılırdı. Ve herkes sopalarla onları alabildiğine döverek zavallıları kan/revan içinde bırakırlardı. Bu vuruşlarda özellikle cinsel organları hedef tutulurdu. Böylece onları öldürdükten ve bütünüyle ya da bazı organları çıkarıldıktan sonra, yakılırlar, külleri de denizlere, rüzgâra savrulurdu. Bu iş yakın tarihsel dönemlerde uygar Atina' da yapılırdı. Anadolu' da Farmakos öldürüldüğüyle ilgili ne bir yazıya ne de bir imaya rastlanır. Döverek günah çıkarmak ve saflık sağlamak geleneğinin bir kalıntısı halen vardır. Düğün gecesi damat, düğün evine girmezden önce yumruklanır ve tekmelenir. Demokrat İzmir. 08.01.1956 Halikarnas Balıkçısı.

YAZARIN DİĞER YAZILARI