TONGUÇ BABA ve KİNYAS(KARTAL) AĞA.

                Değerli okurlar, 2002 yılında idarecilikten ayrılınca birden boşluğa düştüm ve bunu telafi için kendimi bilinçli olarak okumaya verdim. Okumak isteye için kitap çok, arkadaşlar, komşular, ilçe kütüphaneleri vb. Her 15 günde bir kütüphaneden 4 kitap alıyorum, bunları bitirir bitirmez yeniden kütüphaneye koşturuyorum. Bu koşturmaca neredeyse 20 yıldır devam ediyor. Son aldığım dörtlüden biri "TONGUÇ BABA". Onun kim olduğunu biliyordum, birçok kereler hakkında kırık/kopuk bilgiler edinmiştim. Ama bu kez ayrıntılı olarak daha çocukluğundan bu yana ne çileler çekerek buralara geldiğini öğrenince O'nu bir kez daha takdir etmekten kendimi alamadım. Her ne kadar Köy Enstitülerinde okumasam da hemen hemen aynı/benzer uygulamalardan ben de geçtim. Üç sınıflı köy okulunda okudum. O zaman (1960' lı yıllar) köyümüzde eğitmen çocukları 1. Sınıftan alır üçten mezun eder, tekrar birinci sınıftan alırdı. Üçten mezun olduktan sonra iki yıl tarlada/tapada/çobanda iki yıl bekledim. Sonra köyümüze bir öğretmen(Ünver UYSAL) geldi ve bize 4. ve 5. Sınıfları da okuttu. Ünver UYSAL, köye ilk geldiğinde 4. ve 5. Sınıfları okutmayacağını söylemişti. Bana da güç/bela 4. Sınıfa devam etme izni çıkmıştı. Köy bakkalından aldığım lokum kutularının ince tahtalarından kendime bir tahta çanta yapmıştım ve ona bütün kitaplarımı doldurmuş her gün onu sırtlar ve Dereköy' de bulunan ilkokulun dördüncü sınıfına devam etmiştim. Bir saat gidip bir saat gelerek o okula bir hafta gidip geldim. Her nasılsa öğretmenimiz bir haftanın sonunda 4. Sınıfları da okutacağını söyleyince bana güneş doğdu. Okul binası da inşaatta olduğundan köyün camisinde bir dönem okula devam ettik. Biz dediğim üç kişiydik köyde üçüncü sınıfı bitirip 4. Sınıfa devam eden. Şimdi onlar da yaşamıyor artık. Her neyse yine bir Köy Enstitülü Öğretmen Mehmet CİMİ, içinden geldiği ortamı tüm ayrıntılarıyla anlatmış, çok da güzel olmuş. Özellikle KİNYAS AĞA kısmı çok ilgimi çekti ve bilmeyen herkesin bu gerçeği öğrenmesini istedim:

                "O güne değin Köy Enstitüsü olayına sınırlı bir bilgiyle bakan Sabri TIĞLI, bu konuya özel bir ilgi duyar. Bir rastlantı sonucu Ankara' da Emek/İsrail evlerinde oturan kız kardeşinin kapı komşusu olan VAN' ın ünlü Kürt Beylerinden Kinyas KARTAL ve kardeşi DP Milletvekili Hamit KARTAL' la tanışır. Köy Enstitüsü olayını onlarla konuşur. Uzun süren ve samimi bir ortamda geçen konuşmada Kinyas KARTAL' a şunu sorar: "CHP'nin uyguladığı Köy Enstitüleri Modeli ileri sürüldüğü gibi komünist bir uygulama mıydı, bunun için mi karşı çıktınız?" Kinyas KARTAL, "Bak delikanlı" Der. "Köy Enstitüleri kesinlikle komünist bir uygulama değildi. Doğudaki beylerin, şeyhlerin ve ağaların içinde en yüksek öğrenimi olanlardan birisi benim. Rusya' da yaşadım. Moskova Harp Akademisi' ni bitirdim. Rus ordusunda subaylık yaptım. Bir Rus generalinin balerin kızı ile evlendim, vatanıma döndüm, yerleştim. Diyeceğim Köy Enstitüleri komünist yuvası değildi; bizim devlet ve yönetim üzerindeki gücümüzü ortadan kaldırmaya yönelik uzun vadeli ve çok akıllı bir uygulamaydı. Biz buna katlanamadık, biz bunu içimize sindiremedik. En aydınları olan ben bile katlanamazdım, onlar hiç katlanamazlardı. Bunun için DP ile pazarlığa giriştik. Kaldırılmasını koşul olarak ileri sürdük. Yaşadığımız sürece bize bağlı halk üzerinde söz hakkımızın ve etkinliğimizin yok edilmeye kalkışılmasına göz yumamazdık. Bakın benim Van' da ve yöresinde 258 köyüm var. Burada yaşayanlar devletten çok bana bağlıdırlar. Benim sözümü dinlerler. Benim iki köyümden iki çocuğumuzu alarak Malatya'daki Akçadağ Köy Enstitüsüne gönderdiler. Çocuklar giderken doğru dürüst Türkçe bilmiyorlardı. Köy halkı da Türkçe bilmez, kendi ana dilini konuşurdu. Bu çocuklar, Akçadağ Köy Enstitüsünde eğitildiler, yetiştirildiler. Bana da baskıyla bu iki köye okul yaptırdılar. Çocuklar, o okullara geldiler. Öğretmenlik yaptılar. Öğrendiklerini öğrencilerine, sonra ailelerine ve öbür köylülere uyguladılar. Ne oldu? İki yıl sonra köyde herkes Türkçe konuşmaya başladı. O güne kadar köylülerin devlet kapısındaki işlerini benim adamlarım yapardı. Mektuplarına kadar yazardı. Bütün bunlar ortadan kakmaya yüz tuttu. Köylüler, benim gücümden başka güçler olduğunu öğrendiler. Bana bağlılıktan, benim sözlerimi dinlemekten uzaklaşır oldular. İşte buna izin veremezdik. Gerçek neden budur. Eğer bu sistem kaldırılmayıp bir on yıl daha sürseydi hiç birimiz yoktuk. Halk bizden çok devleti tanıyacaktı, devlete bağlı olacaktı." Bu sözlere daha ne denebilir ki? Köy Enstitülerini yıkmak isteyenlerin gerçek nedenlerini Kinyas Ağa çok iyi anlatmış!...

                Kitapta birbirinden güzel ve özgün yüzlerce örnek arasından bir başka örnek de çok gerçekçi ve etkileyici, şöyle: NEVBER TARCAN ANLATIYOR: "İki kız, altısı erkek sekiz arkadaş Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü sınavını kazanmıştık. Ama anam. "Yeter artık öğretmen oldun, gel köyünde çalış" deyip beni yüksek kısma gitmekten caydırmaya çalışıyordu. Bitirme törenimize TONGUÇ' la eşi de gelmişti. Müdürümüz, M. Rauf İNAN, bizi TONGUÇ' a tanıttı. "İşte Hasanoğlan yolcuları", dedi. Bunun üzerine TONGUÇ' a üzgün olarak anamın bu işe razı olmadığını söyledim. Tonguç, köyümün adını sordu. "Ben ananla görüşürüm" dedi. Gerçekten de jiple Ankara' ya dönerken bizim Yaverviran Köyüne uğramış. Bizim evi bulmuş. Bir kahve içip anamla görüşmüş. Tonguç, ne söylediyse, anam kafasını geriye kasıp, "Olmaz" demiş. Bir de: "Boşuna üsteleme, yakında ablasının düğünü var. Geldi mi köye bir daha zor döner Enstitüye" Demiş. Tonguç, bizim eve vardığında babam evde yokmuş. Sivrihisar' a pazara gittiğini öğrenmiş. Tonguç bu kez de ver elini Sivrihisar, deyip oraya varmış. Pazar yerinde bekçi, jandarma dolaştırıp babamı buldurup onunla da konuşmuş. Babam: "O n iki çocuğum var. Altısı oğlan, altısı kız. Altı oğlanı iste benden vereyim. Ama kızlara dahiliye vekili (anaları) karışır" demiş. Babamdan da olumlu bir sonuç alamayınca bu kez Enstitüye telefon ederek Rauf Bey'e: "Nevber' i ablasının düğününe göndermeyin", demiş Tonguç. Düğüne götürmek için ağabeyim geldiğinde Hatice Sökmen öğretmen bir güzel oyaladı beni. "Acelen ne Nevber? Düğün günü hele bir gelsin, arabayla grupça gideriz. Ablanın düğününü hem sen hem de arkadaşların görür. Böylesi daha güzel olmaz mı?" Dedi. Düğün günü geldiğinde de başka nedenler ileri sürerek düğüne gitmem engellendi.  Böylece anamın ağabeyimi yollayarak beni köye getirtmesine (kaçırmasına) fırsat verilmemiş olduğunu ben epeyce sonra öğrendim. Daha sonra anam Enstitüye geldi. "Ne zaman gidiyorsunuz Ankara'ya" dedi. Gününü söyledim. Aynı gün Beylikahır istasyonundan ağabeyimle birlikte o da trene bindi. Amacı Ankara' dan beni geri döndürmek. Yanımdaki arkadaşlar, Ankara'ya kadar onu bu işe inandırmaya çabaladılar, olmadı. Ankara garına beni öbür ağabeyim (Ankara'daki) karşılamaya gelmişti. Bir de baktık Tonguç da jiple orada. Ağabeyimle tanıştı: "Ananı al evine götür, onu bu işe peki dedirtmenin yıllarını ara. Nevber' in okumasına engel olmasın" dedi. Tonguç, bizi jiple alarak Hasanoğlan'a götürdü. Arada beni gördükçe gülerek: "Nevber, dahiliye vekilinden ne haber?" diye soruyordu. İki yıl sonra anamın beni görmeye geldiğinde, olacak ya, Tonguç da Hasanoğlan' daydı. Yine aynı soruyu yineledi. Ben de: "Burada efendim, beni görmeye gelmiş" deyiverdim.  "Onu kantine getir de bir kahvemi içsin", dedi. Anamı kantine Tonguç'un yanına götürdüm. Kahvesini içerken: "Nasıl, kızının durumundan hoşnut musun?" diye sordu. Anam da: "Çok hoşnudum.  Sağ ol, sana şimdi ne diyeceğimi bilemiyorum", dedi. Geçmişteki buruk hava çoktan unutulup iş tatlıya bağlanmıştı.

                Tonguç Baba, emrindeki jiple Anadolu' da bir köye girdiklerinde köyün insanlarının köyü terk ederek dağlara doğru kaçtıklarına tanık olmuşlar. Nedir, ne oluyor? Derken kaçanlardan birini yakalayıp sormuşlar: Neden kaçıyorsunuz? Diye. O da altlarındaki jipi işaret ederek "Bu nedir, cin midir, şeytan mıdır, biz böyle bir şey görmedik!" diyerek şaşkınlığını belirtmiş.

                Yine Anadolu köylerinden birinde Tonguç Baba ve arkadaşları köye girince köylülerden biri, yavaşça Tonguç'a yaklaşarak elini Tonguç'un pantolonuna değdirdi. Bu gördükleri düş mü, gerçek mi? Ayrımına varmaya çalışıyorlardı. Düş olmadığına inanmak istiyorlardı doğrusu. Türkçe bilenlerden biri şöyle konuştu: "Bu köy, köy olalı beri buraya hiçbir hükümet adamı gelmedi. Gördüğümüz gerçek mi değil mi diye bakıyoruz bey. Ağlayışımız da sevinçtendir. Bizi de sonunda anımsayıp adam yerine koymalarındandır" dedi. Anadolu köylüsü yüzlerce yıl kendi kaderine bırakılmış. Boşuna dememişler: Şalvarı şaltak Osmanlı/Eyeri kaltak Osmanlı/Ekende yok, biçende yok/Yiyende ortak Osmanlı" diye.

                Değerli okurlar, "Ülkeyi Kucaklayan Adam: TONGUÇ BABA" kitabı ilçe kütüphanemizde duruyor. İlgilisine.

YAZARIN DİĞER YAZILARI