Gülsüm Nine bugün sonsuzluğa yürüdü.
Bir insan gitti.
Ama bir ağaç devrilmedi.
Çünkü o, bir ormanın hafızasıydı.
Gülsüm Aktaş, 1928'de İkizköy'ün toprak kokan evlerinde dünyaya geldi. O zamanlar köyün üzerini kaplayan çamlar, bugün olduğu gibi sadece gölge veren ağaçlar değildi. Ekmeğin, suyun, yaşamın parçasıydı.
Daha küçük yaşlarda öğrendi toprağı okumayı.
Rüzgârın yönüne göre çama saplanan reçinenin kokusu değişir.
Zeytin ağacı bir yıl konuşur, bir yıl susar.
Kuşlar, fırtınadan önce alçak dalda öter.
Hayat onu erken yaşta çalışkan, sabırlı, kanaatkâr bir kadın yaptı. Evlendi, çocuk büyüttü, torun sevdirdi. Ama hiç değişmeyen bir şey vardı. Toprağa duyduğu güven.
Toprak, onun gözünde insanı vezir de ederdi, rezil de.
Ve insan, toprağına ihanet ederse, kendi geleceğini de çöpe atardı.
1990'lardan itibaren İkizköy'ün yazgısı değişmeye başladı.
Kömür kamyonları, sondaj makineleri, toz bulutları yavaş yavaş köyün kapısına dayandı.
Köylülerin tarlaları birer birer kamulaştırıldı, evler boşaltıldı, ağaçlar kesildi.
Gülsüm Nine o dönemi anlatırken hep aynı cümleyi kurdu.
"Evler gitti, komşular gitti. Ama biz gitmedik. Toprağı bırakmak, canı bırakmak gibi."
Bu toprakları kimse ona altınla vermemişti ki kimse altınla elinden alabilsin.
2021'de Akbelen Ormanı için ilk kesim girişimi olduğunda, jandarma barikatlarının önüne yürüyenlerin en başında oydu.
Elinde bastonu vardı ama o baston günlerce bu ülkenin vicdanını dürttü.
"Benim yaşım doksanı geçti ama ben hâlâ çam kokusunu duyuyorum. Çamlar olmasa biz kaç paralığız?"
Bu cümle, hem köylünün hem de memleketin içindeki ağır gerçeği göstermişti.
Ormanı yok edilenin sadece kuşlar değil, insanın kendisi olduğunu anlatıyordu.
2023 yazında kesim yeniden başladığında, onu yine en ön safta gördük.
TOMA'ların gölgesinde, gazın arkasında, jandarmanın önünde, kömür şirketinin karşısında.
Bastonuyla ağaçlara doğru yürürken tek bir cümle kurdu.
"Öldüreceklerse burada öldürsünler. Beni bu toprağa gömsünler. Ancak öyle alabilirler."
O cümle, bu ülkenin çevre mücadelesinin en saf, en çıplak felsefesiydi.
Evler boşaltıldı.
Yuvalar dağıtıldı.
Bazıları taşınmak zorunda kaldı.
Köyün yüreği daraldı.
Ama Gülsüm Nine gitmedi.
Onu köyden sökemediler.
Çamları söken güç, bu kadının köklerine dokunamadı.
Çünkü onun kökleri toprakta değil, hafızada, vicdanda ve çocukluğunun kokusundaydı.
Bugün 96 yaşında hayata veda etti.
Arkasında bıraktığı şey ne bir servet, ne bir miras, ne bir unvan.
Bıraktığı şey çok daha kıymetli.
Bir direniş ahlakı.
Onun hayatı şunu öğretti.
Bir insan bazen bütün bir kurumsal düzenin karşısına sadece bir baston, bir yürek ve bir sözcükle dikilebilir.
Bazen bir ninenin sesi, bir şirketin bütçesinden daha gür çıkar.
Bazen bir yaşlı kadın, bir ülkenin onurunu taşır.
Gülsüm Nine artık aramızda değil.
Ama direnişi, sözü, bakışı, öfkesi, duası, çamların gölgesine saklanmış hâliyle yaşıyor.
Onu uğurlarken aslında bir kişiyi değil, bir kültürü, bir ahlakı, bir direniş geleneğini selamlıyoruz.
Toprak onu bağrına bastı.
O da toprağı hayatı boyunca korudu.
İnsan ölür ama direnişin dili ölmez.
Çamın kökü ölmez.
Gülsüm Nine'nin adı da Akbelen'in yapraklarında yaşamaya devam eder.
Direnişlerde yaşa Gülsüm Nine.