KAYIP TABELA

KAYIP TABELA

Yıl 1942... Kasım'ın 11'i...

İstanbul'un Boğaz'a bakan yamaçlarında kış erken çökmüştü. Kadıköy'de, rutubet kokan bir apartmanın zemin katında eski bir terzi atölyesi vardı. Kapının üstünde solmuş bir yazı asılıydı:

"Terzi M. Artinyan - İnce İşçilik."

Artinyan, kır saçlarına karışmış birkaç tel umutla sabahın köründe dükkânını açardı. O sabah, gazetelerin manşetlerinde tek bir kelime vardı. "Varlık Vergisi." (*)

Komşuları olan marangoz Hayri Usta dükkânın önünden geçerken sustu. Selam verecek cesareti bulamadı.

Akşamına mahallede bir söylenti dolaştı.

"Listenin içinde adı olan herkes vergi borcunu on beş gün içinde ödeyecekmiş."

"Ödeyemezsen?"

"Doğu'ya gönderilirsin diyorlar."

"Doğu nereye?"

Cevap yoktu. Karanlıktı. Sadece puslu bir korku.

Ertesi gün komisyon geldi, Artinyan'a uçuk bir vergi borcu çıkardı.

Dükkanı satsa, ödeyemeyeceği bir borç.

On beş gün, bir ömür gibi geçti.

Artinyan dükkânındaki Singer makinesini sattı. Babasından kalan gümüş çay takımını sattı. Annesinin sandığındaki çeyiz örtülerini sattı.

Ama borcun yanında hepsi bir avuç kar gibi eridi.

On altıncı gün, kapı çalındı.

İki jandarma.

Bir kâğıt.

Soğuk bir cümle:

"Aşkale Sevk Kartı. Hazırlanın."

Tren Erzurum'a doğru tıngır mıngır ilerlerken, Artinyan'ın karşısında oturan yaşlı bir Yahudi tüccar, cebinden saatini çıkarıp oğlunun fotoğrafına baktı.

"Ben bu ülkeyi hep memleket bildim, değilmiş" dedi.

Trende kimse konuşmadı. Sözler bile donmuştu.

Son durak Aşkale.

Bir uçsuz bucaksız beyazlık.

Kar değil sanki bir sessizlik örtüsü.

Nazi esir kamplarındaki gibi tek tip elbise giydiler. Küreklerle yol açtılar, taş taşıdılar.

Bir gün rüzgâr öyle sert esti ki, dağın yamacına kazma sallayan Niko'nun elleri çözüldü. Yere değil, tarihin karanlığına düştü.

Kimse onun adını bir yere yazmadı.

O gün bir eksildiler.

Ertesi gün bir daha.

Sonraki gün bir daha.

Aşkale artık devletin karla örttüğü bir vicdan mezarlığıydı.

Aylar sonra bir sabah, kampın kapısında jandarma bağırdı.

"Varlık Vergisi kaldırıldı! Hepiniz serbestsiniz!"

Bu, sevinç değil, şaşkınlıktı.

Sanki bir hakim "yanlışlık olmuş" demişti ama kaybedilen canların, satılan evlerin, yok pahasına el değiştiren dükkânların hesabı sorulmayacaktı.

Artinyan İstanbul'a döndüğünde atölyesi yerinde duruyordu ama kapısı ve tabelası yoktu. Birisi söküp gitmişti. Mahallede onu görenler başlarını eğdiler. Çünkü bu ülkede bazı acılara bakmak bile suç sayılırdı.

Sadece Marangoz Hayri Usta konuşabildi.

"Biz sustuğumuz için böyle oldu, Artin. Sen vergiyi ödemeyedin ama biz insanlığımızı ödeyemedik."

Artinyan cevap vermedi.

Kapısız dükkânının eşiğine oturdu.

Boğaz'dan bir rüzgâr esti, kar kokuyordu.

İstanbul'da yağmur yoktu o gün.

Ama Aşkale'den kar yağdı.

Ve o karın altında sadece ayak izleri değil, isimler de kayboldu.

(*) Varlık Vergisi: 1942'de çıkarıldı. Savaşın yarattığı ekonomik baskıyı hafifletmek için "varlıklı kesimlerden ek vergi alma" gerekçesiyle yürürlüğe girdi. Fakat uygulama tamamen keyfi ve eşitsizdi.

Müslüman Türkler için çok düşük oranlar belirlenirken, gayrimüslim yurttaşlar (Rum, Ermeni, Yahudi) için ödeyemeyecekleri kadar çok yüksek vergiler çıkarıldı.

Vergi miktarları için herhangi bir ölçüt, defter, mali kayıt veya gelir incelemesi yoktu. Komisyonlar kafalarına göre rakam yazdılar.

Vergi için verilen süre 15 gündü.

Bu süre içinde ödeyemeyen gayrimüslimler Aşkale ve Erzurum'daki çalışma kamplarına gönderildi.

Yaklaşık 2.000 kişi Aşkale'ye sevk edildi. Orada ağır kış koşullarında yol yapımında, kürek ve kazmayla çalıştırıldılar. Kampta ölenler oldu.

Birçok gayrimüslim iş insanı, dükkânını, evini, malını yok pahasına satmak zorunda kaldı.

İstanbul'daki ticaret hayatında büyük bir sermaye el değiştirdi ve  "milli burjuvazi yaratma girişimi" başarıyla (!) sonuçlandı.

1944 yılında Varlık Vergisi kaldırıldı çünkü vergi verecek gayrimüslüm kalmamıştı.

YAZARIN DİĞER YAZILARI