MUĞLA’NIN KÖFTESİ, BÖREĞİ

 

        MUĞLA’NIN KÖFTESİ, BÖREĞİ

Muğla’da köfteci dükkânları var. Kendine özgü yapımı ve tadı vardır Muğla köftesinin… Köftelerden söz edince, eskiden pazar günleri mahalle fırınlarında ve börekçilerde "guydurulan" meşhur Muğla böreği aklıma geldi, bilirsiniz Yayla’da özel beslenen Erkecin etinin satırla dövülerek hazırlanan kavurması, soğan, karabiber bazen de maydanoz katılarak iç hazırlanırdı… Diğer yerlerde “pide” denilir ama kapalı yapılan pidenin adı Muğla’da börektir…

O eski etlerin tadının olmadığı, Muğla köftesinin de lezzetini kaybettiğinden yakınanlar haklı… Hayvanların o doğal beslenme koşulları yok olduğu için etlerin de eski lezzetinin kaybolduğu düşüncelerine ben de katılıyorum. Babam Oğlum: “Bizim kavurmamızın lezzeti erkeçlere yedirdiğimiz “gargeç” karaağaç yaprağından gelir” derdi. Galiba doğru bu değerlendirme…

        KARABAĞLAR

Benim çocukluk ve ilk gençlik yıllarım yazları Karabağlar’da geçti. Sonradan benim ailem de yaylaya göçmez oldu. Oysaki orada ne kadar doğal beslenirdik, üzümü domatesi dalından koparır, tüm sebze ve meyvelerimizi kendimiz üretir taze tüketirdik... Tam organik ürünlerdi. Üstelik kurutulan ya da taze saklananları kışın yerdik.
Koşullar değişince aileler üretimden uzaklaştılar şimdi gidenler sadece keyif çatmaya; sayfiyede, kır evinde zaman geçirmeye gidiyorlar. Elektrik geldi motopomplar kuruldu, doğallık bozuldu. Semt kahvelerini işlevi değişti. Oysa oralarda peykelerde oturup sohbet eden yaşlıları dinler çok hoş vakit geçirirdik. Genç yaşlı herkes semt kahvelerinde toplanırdı...

Yaylamızı öyle özledim ki rüyalarıma giriyor. Her mevsimi ayrı güzeldir Karabağların... Hayalimde o günlere uzandığım zaman: ailem, komsularımız, irimlerde akan sel... Harımlardaki meyva ağaçları; cevizler, bademler, erikler. ayvalar, incirler... Bağdaki omcadan kopardığım salkım… Kesiklerin kuytusunda açan menekşeler... Güz'ün açan göç çiçekleri... Baharda cevizin dalında şakıyan bülbül... Anneannemin meşe ağacının gölgesinden toplayıp pişirdiği göbek mantarı... Semt kahvelerinin avluları... Bisikletle dolaştığım irimler... Hepsi daha neler gözümün önünden geçiyor. Gözlerim nemleniyor duygu selinde kayboluyorum. Ah Çocukluğum Ah Karabağlar günlerim.

        KIZ-OĞLAN EVİ DÜĞÜNLERİ

Daha önceleri üç gün üç gece süren düğünler bizim çocukluk yıllarımızda cumartesi öğleden sonra ve gecesi kız evinde, Pazar sabahı oğlan evinde kısa süreli erkekler arasında içkili sohbet ortamında geçen bir eğlenceyi  izleyen öğle sonrasında “gelin alma” töreni ile sona eriyordu…
          “Ev yaparsan tuğladan, kız alırsan Muğla’dan.” Sözü;  boşuna söylenmemiş dedirten Muğla’dan evlenmede asıl yükün kız tarafında olduğunu işaret eden ifade bir gerçeklikti. Düğünlerde; yemeğiyle, konuk ağırlamasıyla, çeyiziyle ağırlığı çeken kızın ailesiydi.
            Benim en çok üzerinde durmak istediğim kız tarafının ailesiyle tüm komşuların büyük bir dayanışma içine girmesidir. Komşulardan en uygun olan bahçesini açar, diğerleri masa, sandalye, tabak-çanak, kaşık –çatal evlerinde ne varsa düğün evine taşırdı. Akşam yemeğinde erkek tarafının da kız evinde ağırlanması bugünden bakıldığında inanılır gibi değildir.
             Bu tür düğünlerin; sosyal ve ekonomik açıdan  artık sürdürülemeyeceği ayan beyan görünüyordu ki “”BALO” denilen düğün biçimine yönelindi.
             Kız tarafına nasıl yüklenildiğine ilişkin traji-komik bir olayı da anlatıp sözümü bitireyim…

             Eniştem tarafının kadınları düğün ertesinde oğlanevi tarafı olarak bir taksi ile ablamı almaya gelmişler. Ablamı alıp götürecekler, geldikleri taksinin parasının kızın ailesi tarafından ödenmesi gerektiği söylenmiş.

             Babam sakin bir adamdı. İşte babam o zaman koptu…  Güler misin ağlar mısın?

TURGUT DERELİ

 

 

 

 

 

 

 

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI