GÜZEL ATLAR ÜLKESİNDE BİR SERENCAM-2

GÜZEL ATLAR ÜLKESİNDE BİR SERENCAM-2

YER ALTI ŞEHİRLERİ-IHLARA VADİSİ

Değerli okuyucular, KAPADOKYA olarak bildiğimiz yer, aslında beş ili (Niğde-Nevşehir-Aksaray-Kayseri-Kırşehir) içine alan geniş bir bölge imiş, Buralara da GÜZEL ATLAR ÜLKESİ anlamına gelen KATPA TUKA denilirmiş, Ürgüp, Göreme, Avanos, Zelve, Kozaklı, Çavuş İn, Niğde, Nevşehir bu bölge içinde ayrı ayrı özelliği olan yerler. Avanos' ta bir testi atölyesine giriyoruz, Orta yaşta bir usta eline aldığı çamuru yılların verdiği ustalıkla öyle bir şekilden şekle getiriyor ki hayretler içinde kalıyoruz, İçimizden bir meraklıyı alıp oturtuyor tezgâha. Onu yönlendirip idare ederek basit bir çanak yapmasını sağlıyor. Sonra da ona güya bir ödül veriyor. Testi toprağını öylesine ayrıntılarıyla övüyor ki sanırsınız dünyanın hiçbir yerinde böyle bir toprak yok. Biraz sonra yan taraftaki satış bölümüne geçince işin aslı ortaya çıkıyor. Kocaman salonun her yeri toprak ürünü hediyelik eşya ile dolu. Tabi ki herkes elinde poşet poşet toprak ürünleriyle çıkıyor, Oradan çıkınca yine yol üzerinde bir başka atölyeye giriyoruz. Orada da değişik ışıklarda değişik renkler alabilen ONİX taşından yapılmış bayan süs eşyaları yapılıyormuş. Tezgâhta çalışan usta, herkesin gözü önünde bir mermeri çabucak işleyip parlatarak bir model ortaya çıkarıyor ve içimizden bir çocuğa hediye ediyor. Arkasından bizi bir başka salona, salonlara alıyorlar. O salonlar da birbirinden güzel, birbirinden parlak, birbirinden pahalı süs ve takı ürünleriyle dolu. Girişteki mağaza sahibinin neden uzun uzun bu taşın özelliğini anlattığı da burada ortaya çıkıyor. Tabi ki bizim gruptan hiç kimse tek bir süs eşyası almadan buradan çıkıyor. ONİX denilen bu taş, dünyanın iki yerinde çoğunlukla çıkıyormuş. Birisi de Türkiye" de; MİLAS" TA. Milas" tan gelen bir gezgin, Milas" ın SODRA dağından çıktığını söyledi. Daha sonra yine çeşit çeşit şekillerden oluşan peri bacalarının olduğu bir vadide duruyoruz. Yol üzeri, yamaç bir yer. Yolcu otobüsleri, özel araçlar. Burada da Napolyon'un şapkasından deveboynuna ve daha nice şekillere benzeyen peri bacaları bulunuyor. Burası da FRİG VADİSİ' dir. Oradan da ayrılarak KAYMAKLI YER ALTI ŞEHİRLERİNE ulaşıyoruz. Buranın girişi de yine hediyelik eşya stantlarıyla dolu. Buraya da müze kartı ve biletlerle giriliyor. Buraya kapalı yer fobisi olanlar girmiyorlar. Rehberimiz Öznur Hanım, uyanık davranıyor ve bizi erkenden buraya getirerek o bitmez tükenmez labirentler içerisinde sıkışmaya meydan vermeden gezdirip çıkarıyor. Birbirinden ilginç, eğri-büğrü yukarıya, aşağıya, sağa, sola her bir yöne açılan oyuklardan, deliklerden geçirerek bizi dört kat yerin dibine indiriyor. Her genişçe bir bölüme geldiğimizde bizi toplayıp gerekli bilgileri veriyor. İlk girişte burası AHIR (dışarıdan gelen düşmanlara burasının bir hayvan barınağı görüntüsü vermek için) diyor. Arkasından da burası toplanma yeri, burası mutfak, burası kiler, buraları erzak depoları, burası kilise, burası yatakhane, burası yöneticilerin yeri, burası normal vatandaşın yeri. gibi yerleri tek tek gösterip anlatıyor. Bazı tünellerden rahat rahat geçerken bazı tünellerden eğilip iki kat olarak geçebiliyor ve bunalıyoruz. Tabi ki buralarda kafamızı sık sık tavana vuruyoruz. Rehberimiz zaman zaman "Hocam sen öne geç de gösterdiğim yerleri fotoğrafla" diyerek beni öne alıyor. Bazen ucu bucağı görünmeyen uzun tüneller gösteriyor. Bazen de dibi görünmeyen bir kuyu gösteriyor. Kuyunun fotoğrafını çekmek için uğraştımsa da bizim makinanın dijitali gözünü kırpıp kırpıp bir türlü uygun ışık bulup fotoğrafı çekemiyor. Geçiyoruz. Sonunda uçsuz bucaksız tünellerden sağ/salim yeryüzüne çıkabiliyor ve şükrediyoruz. Bir de başka gruplarla aynı anda tünellere girip oralarda sıkışma tehlikesi varmış. Rehberimiz bizi erken alarak bu tehlikeden kurtardı. Rehberimizin verdiği bilgiye göre yeraltı şehirlerinden bu bölgede 200 civarında bulunuyormuş ve ancak 36 tanesi açılabilmiş. Gezdiğimiz yer aslında sekiz katlı imiş. Biz ancak dört katına inebildik. Bunu aşağılara doğru inen tünellerden ve dibi görünmeyen su kuyusundan anlıyoruz. Bu yeraltı şehirlerinin tünellerle birbirlerine bağlandıkları düşünülüyormuş ve bu şehirlerde zamanında 50-55 bin insanın zamanın baskıcı dindarlarının gözlerinden uzak, gizlice yaşamalarına imkân veriyormuş. Yeraltı şehirlerinden çıktıktan sonra yeniden otobüsümüze doluşarak AKSARAY' a doğru yol alıyoruz. Bu arada yeri gelmişken burası ile İstanbul' daki AKSARAY' ın bir alakası olup olmadığını soruyorum rehberimize. Hatırlattığım için teşekkür ediyor bana ve devam ediyor. Nevşehirli Dama İbrahim Paşa,  bu yöre için önemli bir şahsiyettir ve sadrazamlığa kadar yükselmiştir. Aynı zamanda sarayın damadı olma mutluluğuna da ermiştir. Bu gün İstanbul' daki ORTAKÖY de yine adını bizim buralardan almış. Fatih Sultan Mehmet' in iskan politikası ile buralardan insanlar İstanbul'a götürülerek yerleştirilmiş. Yeri gelmişken, yol da uzunken rehberimiz bir de bizim KALEYE SANCAĞI DİKERKEN OKLARLA VURULAN GENÇ OSMAN DESTANINDAN söz ediyor ki uzun olduğu için buraya alamıyoruz. Yolun sonunda bizi IHLARA (ILI SU) VADİSİ bekliyor. Önce Ihlara köyüne varıyoruz. Onu geçip vadinin girişine ulaşıyoruz. Burası biletle ve müze kartıyla girdiğimiz üçüncü gezi alanı oluyor. Girişten hemen sonra vadinin dibine inen dik-demir merdivenleri görüyoruz. Karşımızda vadinin dik kaya duvarları sağa-sola uzanıp gidiyor. Tabanında da küçük bir dere ışıl ışıl, şırıl şırıl akıp duruyor. İlk dikkatimizi çeken vadinin duvarlarında bolca bulunan menengeç (sakız) ağaçları. Tabi ki bunlara Antep fıstığı aşılamışlar ve her yer fıstık ağaçlarıyla dolu. Vadi tabanına iner inmez yine kayalara oyulmuş bir mağaraya giriyoruz. Duvarlarında renk renk freskler. Rehberimiz Hristiyanlığın ilk günleri ve gizli barınaklarla ilgili bilgileri veriyor. Sonra da vadi tabanındaki suyun kıyısında, yeşillikler içerisindeki bir patika yolda ilerlemeye başlıyoruz. Vadinin çevre kayalıklarında göz göz delinmiş, oyulmuş mağaralar, barınaklar göze çarpıyor. Ortalarda bir cafe/Çay bahçesinde durup dinleniyor ve bir şeyler içiyoruz. Aynı bizim YUVARLAKÇAY' da olduğu gibi suların içerisine köşkler yapılmış, masalar atılmış. Burada biraz dinlendikten sonra patika yoldan devam ediyoruz. Yiyecek/içeceklerin dışarıya göre pahalı olduğunu görünce çalışanlardan birine soruyorum. Buraya bunca nevaleyi nasıl getiriyorsunuz? Diye. Çünkü araç işlemiyor, at/eşek de giremez. Çünkü birçok yerde yollar kayaları aşmak için tahta merdivenler ve aşıtlar yapılmış. Genç," el arabası ve sırtta getiriyoruz" dedi. Vadinin yürünebilen kısmı dört km. kadar, bir saat sürüyor. Vadinin diğer ucunda bizi bekleyen otobüsümüze doluşarak AKSARAY/KONYA yönünde ilerlemeye başlıyoruz. Bu güzel TUR için SIĞLA TRAVEL' E TEŞEKKÜR EDİYORUZ. HAFTAYA KONYA' da MEVLANA ile BULUŞMAK UMUDUYLA HOŞÇA ve DOSTÇA KALINIZ.

YAZARIN DİĞER YAZILARI