"Bileklerimizi morartmış yeni Alman kelepçeleri/Otobüsün kaloriferleri bozuldu Kaman'dan sonra/Sekiz saat oluyor karbonatlı bir çay bile içemedik/Başımızda prensip sahibi bir başçavuş/Niğde üzerinden Adana Cezaevine gidiyoruz/Bir sen eksiktin ayışığı/Gümüş bir tüy dikmek için manzaraya!"
Can Yücel, 12 Mart darbesinin ardından Che Guavera ve Mao'nun yazdığı kitapların Türkçe'ye çevirisi yüzünden on beş yıl hapse mahkûm edilir. Yukardaki "Bir Sen Eksiksin Ay Işığı" adlı şiir, Can Yücel'in 1971 sonrası ailesinden habersiz olarak İstanbul-Toptaşı Cezaevinden Adana Cezaevi'ne nakledilirken yolculukta yaşadıkları ve gözlemlerinin ironik anlatısıdır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Medya A.Ş. Genel Müdürü Dr.İpek Elif Atayman'ın yaklaşık elli yıl sonra İstanbul Silivri Cezaevi'nden Afyon Cezaevi'ne gönderilmesi ve Elif Hanım'ın basına yansıyan içimizi açıtan açıklamalarını okuyunca 50 yıl arayla yaşanılanları karşılaştırmak istedim.
PROF. DR. GÜZEL YÜCEL ANLATIYOR
Bu yazıyı yazmadan arkadaşım Can Yücel'in kızı Prof. Dr.Güzel Yücel'i aradım ve o yılları ondan dinledim. Güzel yaklaşık 10 yaşlarında olduğunu belirtip: "Babam tercüme ettiği kitaplar nedeniyle tutuklanmış, Toptaşı Cezaevi'ndeydi. Bir süre sonra onun oradan başka bir cezaevine gittiğini duyduk. Adana Cezaevi'ne gitiğini öğreninceye kadar ailecek deli olduk. Hiç haberimiz olmamıştı. Annem her ay İstanbul'dan 16 saat süren otobüs yolculuğuyla Adana'ya giderdi. Sağ olsunlar Nebil Özgentürk'ün ailesi annemi karşılarlar, onu cezaevi ziyaretinde yalnız bırakmazlardı. Bizler de her bayramda Adana'ya babamı ziyarete giderdik. Babam Adana Cezaevi'nde yaklaşık 2.5 yıl kaldı. Sohbetlerinde kitabın orijinal yazarına haber ileteceğini, çevirisinden ben bu kadar hapis aldım. Sakın bu topraklara uğramayın mesajı atacağım derdi" diyerek o yıllara dair tanıklığını aktardı. Aile İstanbul'da, Can Yücel Adana'da, bu kötücül uygulamanın normal olduğunu günümüzde vicdanı olan kimse söyleyemez. Güncel tabiriyle muhaliflere uygulanan, muhalifin ailesine uygulanan "düşman hukuku" değil midir bu?
Can Yücel, Adana Cezaevi'nden 1974 yılında afla dışarı çıkar. Dışarı çıkar çıkmaz Adana Cezaevinde yazdığı şiirlerini "Bir Siyasinin Şiirleri" adlı kitabında toplar. Adana Cezaevi'nde mizah, öfke, isyan, küfür, aşk, umut ve siyasetten oluşturduğu şiir dili yaşamının bundan sonraki bölümünde de şiirinin rotasını belirler. Adana Cezaevinde yazdığı "Sardunyaya Ağıt" şiirinde de cezaevi günleri dizelere yansır.
DR. İPEK ELİF ATAYMAN'IN ÖYKÜSÜ
Süreç, Sayın Ekrem İmamoğlu'nun Cumhurbaşkanı adayı olmasıyla başladı. İmamoğlu'nun tutuklanması sonrası bazı ilçe belediye başkanları ve belediye bürokrasisinin nitelikli, liyakatlı bürokratları da önce tutuklandılar, bir süre sonra da tıpkı Can Yücel gibi İstanbul'dan çok uzak cezaevlerine gönderildiler. Dr.İpek Elif Atayman da bu bürokratlardan birisiydi. Dokuz Eylül Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema ve Televizyon bölümü mezunu alan Atayman Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde yüksek lisansını ve 2010 yılında ise yine Marmara Üniversitesi Sinema Televizyon Bölümü'nden doktora derecesini almıştır. Doktora tez konusu: "Politik Sinema: Costa Gavras" başlığını taşımaktadır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Medya A.Ş. Genel Müdürü İpek Elif Atayman'ın öyküsü Can Yücel'den yaklaşık 50 yıl sonra aynı devlet geleneğinin bir başka örneği. Anlayışta değişen bir şey yoktu. Aynı kötülük devam ediyordu. İstanbul Büyükşehir Belediyesine yönelik soruşturmada 19 Mart'tan bu yana tutuklu bulunan, 5 Haziran günü ailesinden ve avukatlarından habersiz Silivri'den Afyonkarahisar Kapalı Cezaevi'ne gönderilen ve Afyon'daki ilk 5 günde cezaevinde yerde yattığı öğrenilen Dr. İpek Elif Atayman, yaşadıklarını basınla paylaşatak: "Herhangi bir suçum olmadığı için adaletin tecelli edeceği inancıyla serbest kalmayı sükûnetle beklerken, Afyon'a sevk ile en somut halini alan fiziki ve psikolojik şiddet, yaşanan süreci paylaşmayı gerekli kıldı. 72 gün hücrede, ardından 5 gün koğuşta tutuldum. Sonra bir parça ekmekle, 7,5 saat bileklerim kelepçeli halde, bir metrekarelik zırhlı bir kabinin içinde Afyon'a sevk edildim. Bileklerim kelepçeden mor. Burada yerde yatıyorum. Eşyam çöp torbasında. Haftada sadece bir kez, 10 dakikalık görüşme hakkım var. Bu bir yargılama değil, şiddet ve açık bir cezalandırmadır." açıklamalarını yaptı. Bu yolculuk 50 yıl öncesinde Can Yücel'in yolculuğunun aynısıydı adeta. Atayman, yaşanılanların bir işkence ve psikolojik şiddet olduğunu vurgulayarak Adalet Bakanına yaptığı: "Sayın Adalet Bakanı, 'Tutuklular devletimize emanettir' diyordunuz; böyle mi sahip çıkılıyor? Bu fiziki ve psikolojik şiddete, bu işkenceye son verin" çağrısıyla basında yer aldı. Bu çağrı sonrası Afyon'da cezaevinde ona bir ranzada yer bulunur.
Basın Konseyi Başkanı Pınar Türenç, İBB tutuklusu İpek Elif Atayman'ı Afyon Cezaevi'nde ziyaret ederek yaptığı söyleşiyi 16 Haziran günü Sözcü gazetesinde yayımladı. Söyleşide Atayman'ın: "Ben kimim ki? Devleti yıkacak, örgüte üye olmakla suçlanmak da ne? 50'li yaşlarımı yaşarken bana yaşatılan bu cezayı nasıl kabul edebilirim. Sen biliyorsun tüm hayatımı. Ne örgütü. Ne yıkımı. Hayali suçlamalarla, üç aydır tutukluyum. İddianamem bile yok. Suç yok, ceza var. Bu nasıl bir hukuk?'' şeklindeki çığlığı öne çıkar. Atayman devam ederek: "Bak halime. 3 pantolon, 3 tişört. Bir çöp torbası eşyam ile 2,5 ay hücredeydim. 19 Mart'ta sabaha karşı evimden derdest edildim. MASAK raporlarında, evimdeki tüm aramalarda suçum olmadığı açık. HTS kaydım yok. Şüpheli bir mal varlığım yok. Benden ne isteniyor? 20 aylık Medya A.Ş. Genel Müdürlüğümdeki tüm belgeler zaten yargıda. Yasadışı tek bir imzam yok. Daima mevzuata uygun çalıştım. Bir tek oğlum var. Yıllarca çalışıp onu okuttum, bu vatana yetiştirdim. Tüm varlığım o.'' Afyondaki tutukluğunun altıncı gününü Atayman: "Buradaki koşullar çok zorluyor. 5 gün yerde yattım. Şimdi ranzadayım. Bileklerimdeki morluklar giderek azaldı. 26 kadın hükümlü arasında 40 metrekarenin içinde günlerim aşırı sigara dumanı altında geçiyor. Dumandan çok etkileniyorum tabi. Biliyorsun abla, tansiyon hastasıyım. Bu ortam çok sağlıksız. Bugün doktora çıktım. Sakinleştirici ilaca başlattı beni. Ruh halim, kalbimi ve tansiyonumu etkiledi.'' diyerek anlatıyor. Atayman ın ise son paylaşımında koğuş arkadaşlarına okuma yazma öğretmeye, dilekçe ve mektuplarına yardım etmeye başladığını sevgiyle öğreniyoruz.
SONUÇ OLARAK
50 yıl aralıkla Can Yücel ve ailesine yaşatılanlarla İstanbul dışındaki cezaevlerine gönderilen başkan ve bürokratlar ile Dr. Elif Atayman ve ailesine yaşatılanlar aynıdır. Bunun adı çok açık ki düşman hukukudur. Bu ayrımcılıktır ve evrensel insanlık vicdanında yeri yoktur. Tüm bu acılar ve yaşanılanlar ancak demokratik hukuk devletinin bir yaşam biçimi olarak içselleştirilmesiyle aşılabilir. Tüm bu siyasi davaların sonlandırılması ve içeride haksız-hukuksuz yere yatan insanlarımızın bir an evvel özgürlüklerine kavuşmasını diliyorum. Yargının muhalifleri susturma sopası olarak kullanılmadığı demokratik, özgürlükçü bir Türkiye özlemiyle Can Yücel'i, Elif Hanımı ve düşman hukukuyla içerde tutulan tüm tutukluları selamlıyorum. Yanı başımızda nükleer savaş tamtamlarının çalındığı koşullarda ülkede adalet ve demokrasiyi hayata geçirerek ülkenin iç barışını sağlamak acil ve güncel bir görevdir. Ne dersiniz?