Devlet ya da topluluk olsun, en başta güvenliğini, onurunu, barınmasını, insan haklarını, her türlü diğer sosyal faaliyetleri vb. gibi birçok sorununu çözsün diye içlerinden bazılarına yetki verirler. Bu yetki verdikleri insanlar, yetkiyi ele alır almaz toplumun aleyhine, kendi ve bir avuç insana, çevresine, topluluğun ödediği vergileri, vb. doğal haklarını aktarmak için akıl almaz yollara başvuruyorlar. Başa gelene kadar "Yetim hakkı" diye gırtlak patlatanlar, başa geldikten sonra yetimlerin gırtlağına çöküyorlar!
T.C. kâğıt üzerinde de olsa; "Toplumun huzurunu, milli dayanışma ve adalet anlayışı içerisinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir" yazmaktadır.
Günümüzde Anayasa ve yasalara uyulmadığı, bu uygunsuz emirleri koşulsuz yerine getiren bürokratların cezasız kaldığı, liyakatin olmadığı, yandaşlığın görev almada yeterli olduğu bir bunalım döneminden geçmekteyiz. Maaşını ödediğimiz güvenlik güçleri, halkın çıkarına olmayan işleri yapanları koruyup kollamaktadır. Örnek verecek olursak; zeytinliklerin madenciliğe açılmasını öngören yasaya itiraz eden vatandaşların üzerine kolluk kuvvetlerinin saldırması gibi. Üstelik bu yasayla orada üretim yapan, yaşamalarını sürdürmelerini önleyen, insanların haklarının gasledilmesi bir yana, doğal ortamın yok edilerek tüm bölgeyi etkileyecek olumsuzluklara rağmen.
Bütün bunlar yukarıda da belirtildiği gibi, iktidara geldikten sonra kendilerini dev aynasında görerek, vaat ettiklerini unutup, kendilerinin ve bir avuç insanın çıkarına çalışmalarından kaynaklanıyor. İnsanların haklarını gasp edenlerin yararına olan bu işlemler çürüme dediğimiz, toplumsal yozlaşmayı da beraberinde getiriyor.
Bizim çürüme ya da yozlaşma dediğimiz olguya İsmet Zeki Eyüboğlu-TOPLUMSAL SARSINTILAR- kitabında; "Görevde bulunduğu sürece onunla övünen, onu bir ayrıcalık, bir üstünlük aracı sayan, görevden ayrılınca da o göreve, onun sorumlularına veryansın eden kimselerin çoğaldığı yerde toplum sarsıntıları, değer yozlaşmaları önüne geçilmez bir duruma gelir. İşte bu gün ülkemizi kaplayan toplum sarsıntılarının, çalkantıların, yasa dışı eylemlerin, kökeninde, eleştirici bir gözle görülmeyen bu tür düzen bozuklukları yatmaktadır. Bu düzen bozuklukları yeni değildir, Anadolu toprağı üzerinde kurulmuş Türk yönetimiyle yaşıttır, eskidir. Bu düzen bozukluğunun kaynağında üretimden sağlanan kazancın, üretim yeri dışında tüketilmesi olayı saklıdır."
Osmanlı imparatorluğu zamanında Anadolu köylüsü eker, biçer, toplar, aşar (Öşür) vergisi adı altında köylülerin ürettikleri tarım ürünleri içinden %10'nunu, alır götürürlerdi. Emeğinin göz göre göre elinden alınan Anadolu köylüsü şu dörtlüğü söyler. İşte 16. yüzyılda yazılan, anonim olan o dörtlük:
"Şalvarı şaltak Osmanlı,
Eğeri kaltak Osmanlı,
Ekmede yok, biçmede yok;
Yemede ortak Osmanlı"
Şaltak: Yaygaracı, bağırıp çağıran, kavgacı, (her şeye) bir sebep/bahane bulan.
Kaltak: Osmanlı da askeri eğer tipi.
Osmanlı İmparatorluğu gibi din-tarım toplumu olan yönetimler sanayinin gelişmesi neticesinde değişmiş, değişmeyen krallıklarda demokrasi ve insan haklarını bünyesinde barındıran devletlere bürünmüş ve ulus devletlerin çoğu Cumhuriyetle yönetilen sistemler adı altında Anayasal sistemlerle toplumlar bir araya gelmişlerdir. Bu tabi feodal devirden, akıl ve bilimle birlikte üretim araçlarının gelişmesi neticesinde kapitalist sistem dene yeni bir düzen oluşmuştur. Fakat sömürü sistemi bir türlü değişmemiştir.
TC.'tinin kurulmasıyla birlikte toplum yararına olan yönetimlerin geleceği, demokrasinin gelişeceği, özgürlüklerin, adaletin var olacağı bir toplum düşlerken, ne yazık ki, 1950'den sonra, iktidara gelenler eskiye özenmiş, toplumun beklentilerini bilinçli olarak çarpıtmış, yozlaştırmış, küçük bir azınlığın yararına iş yapmışlardır.
İsmet Zeki Eyuboğlu, TOPLUM SARSINTILARI adlı kitabında; "Ülkemizde 1950'den beri görev bunalımı vardır. Görev alan sorumlular ülkeden çok kendilerini, kendi topluluklarının çıkarlarını düşünmüş, bu yolda inanmadığına inanır görünmüşlerdir. Bunun en açık örneği din sömürüsü, inanç ucuzluğudur. Bir ülkede din, inanç ne denli ucuzlarsa, politikanın elinde "işporta malı" olursa, orada değer yozlaşmaları, toplum sarsıntıları, tabanda başlayıp tavandan yönetilen çalkantılar o oranda çoğalır. Kısa süre içinde giderilecek bir toplum sarsıntısı yoktur. Toplum sarsıntısı görünüş alanında değil, tabanında, kaynağında giderilir. Bunu başarmanın tek yolu da toplumun üretim-tüketim dengesi bakımından, yapısını bilmektir."
İster çürüme deyin, ister sarsıntı deyin, üretim-tüketim dengesi sağlanmadığı sürece çürüme devam edecektir. O nedenle ülkeler ve ya toplumlar, topluluklar nasıl yönetilirse yönetilsin, eşit bölüşüm, adaletli bir yönetimden geçiyor.
Adalet olmadığı yerde, insan, insan olmaktan çıkıyor, bir köleye, bir metaya dönüşüyor! Adalet, özgürlüğün, demokrasinin, barışın, eşit paylaşımın, vb. toplumsal yapının, birlik ve beraberliğin temel taşıdır!
Saygılarımla.
Kemal Gürbüz
Şair, Yazar-Devlet Sanatçısı
22.09.2025