ÖNYARGI

ÖNYARGI

 

"Önyargıları parçalamak, atomu parçalamaktan daha zordur."

Albert Einstein

 

 

Önyargı, insanın bilmediği, tanımadığı kişi ve grup, toplum ya da nesnelere karşı takındığı tutumdur. Bireyler bilmediklerine kaşı her zaman tedirgin yaklaşırlar, ona alışması zor olur. (Dergipark)

 

Adana'dan Ankara'ya tek başıma arabayla yolculuk yapıyordum. Ankara'da annemin rutin kontrollerini yatırıp, ilaçlarını da aldıktan sonra geriye Adana'ya dönecektim. Şereflikoçhisar'a gelince iki tane trafik otsusu, birçok trafik polisini yol kontrolü yaptığını gördüm, işaretle beni durdurdular. Hız sınırını aşmamıştım ve evraklarım tamamdı, emniyet kemerimde bağlıydı. O nedenle neden beni durdular diye düşündüm. Polislerin hepsi resmi elbiselerle kontrol yapmaktaydılar. Trafik Komiseri açtığım camdan; "Nereye gidiyorsun?" dedi.

Ben:         Ankara'ya gidiyorum.

Komiser: Bende senle gelebilir miyim?

Ben:       Tabii gelebilirsiniz. (Resmi elbiselerle olduğu için aklıma bir şey    gelmedi.

Komiser: Nerden geliyorsun?

Ben:         Adana'dan.

Komiser: Sen yorulmuşsundur, ben kullanabilir miyim?

Ben:        (Dünden razıyım, yorgunum zaten) Tabii buyur kullan dedim, anahtarı komisere verdim.   

 

Komiser direksiyona geçer geçmez hız sınırını aşınca uyardım. Komiser, "Bize bir şey olamaz" deyince, komiserim, kim olursa olsun trafik kurallarına uymakla yükümlüdür dedim, hızını normale düşürdü.  

 

Ankara-Konya yol ayrımından Aksaray'a kadar trafik yol kontrol güzergâhından sorumlu olduğunu, Ankara'da oturduğunu, her sabah-akşam bu şekilde evine ulaştığını anlattı. Gümüşhaneli olduğunu söyleyen komiser, genelde yalnız yolculuk yapanlara rica ettiğini, ayıp olur diye aileli yolculuk eden arabalara binmemeye çalıştığını söyledi. Sohbet derinleştikçe, laf lafı açtı, başından geçen bir olayı anlattı.

 

"Doğuda yine belli kilometreler arasında trafik demetinden sorumluydum. O nedenle oradaki yerleşim alanlarında oturanlarla tanışır, konuşur, ahbap olmuştuk. Yöre halkıyla ilişkilerimiz çok iyiydi, onlar bizi sever sayar, biz onları. Yemeğe götürürler, düğünlerde davet ederler, tabi bizde töreler çerçevesinde gider gelirdik. Oradaki köyün birinde kurbana davet ettiler. Kurbanı kesen, davet eden de 200-300 sürüsü olan köyün muhtarı. Muhtarla da samimiyiz, gitmemekte olmaz, mecbur gideceğiz ama bir bahane bulsam da gitmesem diyorum. Çünkü çocukluktan beri bize aşılanan "onların kestiği kurban yenmez" sözleri beynimize işlemiş. Neyse, bahane bulamadım, gitmek zorunda kaldım. Ayaküzeri Allah kabul etsin vb. sözleri söyleyip, çok acele bir yere yetişeceğim diyerek, o kadar ısrara rağmen bir lokma bile almadan oradan uzaklaştım. Uzaklaştım amma günler geçtikçe içim içimi yedi, adamlara ayıp mı ettik diye. Doğruyu öğrenmenin bir yolu vardı, cami hocası. Doğruca cami hocasına gittim olayı baştan sona kadar anlattım. Hocam dedim ayıp ettik mi diye sorunca, "Hem ayıp etmişsin, hem de günah işlemişsin" dedi. Neden hocam dediğimde, "Ben sana bir şey anlatmayacağım. Gideceksin madem muhtarın sürüsü var, bir kurbanlık alacaksın, onu da orda kestireceksin, daha sonra geleceksin ben nedeni anlatacağım" dedi, kestirip attı.

 

İçimdeki huzursuzluğu, merakımı yenmek için muhtarın yanına vardım, bir kurbanlık istiyorum dedim. Muhtar bir adamına, "Git sürüden en iyilerinden bir kurbanlık getir" dedi. Adamı gelene kadar da sofra hazırlattı, yemeğimizi yedik, kahveler içilirken kurbanlık da gelmiş oldu. Muhtara bu kurbanı sen keseceksin deyince, "Ben niye keseyim, götür istediğine kestir" dedi. Kesmezsen kurbanı da almam, sana bir daha da merhaba demem deyince razı oldu, tabii "delimidir, nedir" diye söylenerek.

 

Muhtar, kurbanın gözlerini bağladı, kıbleye çevirdi, dualar ederek, kurbanı okşayarak kesti, yüzdü arabaya yerleştirdi. Şok olmuştum, lan dedim bizim pez.. kestiği yenmezmiş, ben ne halt ettim de kurbandan korkup kaçtım, diye kendi kendime konuşmaya başladım. Gerçekten hayran kalmıştım, bir şekilde kendimi nasıl affettireceğimi düşünüm.    

 

Bunun üzerine, aklıma kızım geldi, muhtarında oğlu vardı, ikisi de yetişkin, evlenme çağındaydılar. Bunlardan iyisini mi bulacağım dedim kendi kendime, kızımı muhtarın oğluyla everecektim. Muhatara konuyu açınca şaşırıp kaldı. "Ben ilk kez böyle bir şey duyuyorum arkadaş dedi, anlaşabilirler mi, anlaşamazlar mı, çocuklara soralım" deyince, seninle dünür olmak istiyorum, anlaşırlar sen hiç merak etme, kızımı tanıyorum, oğlanı da tanıyorum, düğünlerini de hemen yapacağız dedim.

 

Kısa sürede düğünlerin yaptık, valla ikisi de saygılı ve mutlular." Hikâyeyi bitirdiğinde Ankara'ya girmiştik. Yolculuğun nasıl geçtiğinin farkında bile değilim. Zaman su gibi akıp gitmiş.  

 

Evet, trafik komiseri küçük yaştan itibaren önyargıyla yaklaştığı bir toplumun hiç de öyle olmadıklarını görüp, kendilerine önderlik eden büyüklerinin her dediğini doğru diyerek sorgulamadığının kanıtıdır. Bugün bile o kadar çok beyni yıkanmış, önyargılı insanlar var ki, maddi ve manevi kendilerine zarar verdikleri gibi, toplumun bir kısmına karşı kin-nefretle dolular. O nedenle toplumun bir kesimine karşı haksız yere iftira attıkları gibi, saldırarak insanları öldürüyorlar, ya da ölümüne sebep oluyorlar. Bu çemberi, kısır döngüyü kırmanın çaresi sorgulamaktan geçmektedir. Her anlatılana körü körüne inanmamak, sorup, soruşturmak, doğrusunu bulmaktır. Soran, soruşturan insanların önyargıları olmaz. O nedenle soran, sorgulayan insanlar, toplumsal barışın, huzurun, birlik ve beraberliğin sağlanmasında katkıları küçümsenemez.

 

Önyargılı birey ve toplumlar yokluğun, yoksulluğun, yoksunluğun, acının ve de ölümlerin olmasında en büyük paya sahiptirler. Bugün bakın geri kalmış, birey ve toplumlar, birbirlerini öldürdükleri gibi başka toplumlara da saldırmışlar ne iç barışı ne de dış barışı sağlayamamışlardır.

 

Saygılarımla.

 

Kemal Gürbüz

Şair, yazar-Devlet Sanatçısı


YAZARIN DİĞER YAZILARI