BEN SENİN ANNENİM
Serap'ın annesi Pakize Hanım, kocası öldükten sonra yalnız yaşamaya başladı. Kızı Serap annesinin yayla evinde yalnız kalmasını istemiyordu . Pakize Hanım ise direniyor, inadından vazgeçmiyordu.
Babası sağken de yaz kış oturdukları bu ev, aslında oldukça korunaklıydı ama annesi için çok endişeleniyordu Serap. Her hafta sonu onu görmeye geliyorlardı fakat yine de aklı hep annesinde kalıyordu. Serap annesi için kendi evine yakın bir ev kiralamak istese de;
"Ben yaylamı bırakamam, başka yerde de yaşayamam, hem komşularım da var burada. Onlar beni hiç yalnız bırakmıyorlar." diyerek kızını rahatlatmaya çalışıyordu Pakize Hanım.
"Her bahar kuş cıvıltılarının ahengiyle şenlendiğim bu evi nasıl bırakabilirim? Bülbüllerin beni çağıran ötüşlerine eşlik etmezsem nasıl mutlu olabilirim?" diyordu her seferinde.
Bu güzel yayla evinin bahçesinde masalar kurulur, yemekler yenir, şen kahkahalar yükselirdi eşinin sağlığında. Yıllar geçmesine rağmen hafızasında capcanlı kalan anılarını nasıl terk edebilirdi?
Hiç vazgeçmedi Pakize Hanım baharda açan güllerinden, sardunyalarından, ortancalarından.
Serap eşinin iş seyahatinde olduğu bir haftasonu annesine geldi iki çocuğuyla birlikte. Pakize Hanımın mutluluğuna diyecek yoktu. Torunları gelince onların etrafında pervane olur, onlar ne isterlerse yapardı. Onların çok sevdiği yaprak sarmasından yapmıştı o gün koca bir tencere. Serap sarmayı görünce gözlerine inanamadı.
"Biz seviyoruz diye kendini bu kadar yormana ne gerek vardı anneciğim?" dedi. Daha sonra lafı bakıcı meselesine getirdi.
"Bizim yakınımıza taşınmıyorsun hiç olmazsa sana bir yardımcı bulmamıza izin ver!" dedi gene ama Pakize Hanım inadından vazgeçmedi bir türlü.
"Yardımcılık işim yok benim, zaten komşular bahçe işlerini hallediyor. Geriye ne kalıyor ki?" deyip itiraz ederdi her seferinde. Gene öyle yaptı.
Fakat sık sık unutkanlıklar başlamıştı artık Pakize Hanımda. O gün bahçe kapısının anahtarını bulamadı Serap. Her yeri aradılar birlikte.
"Anneciğim bak beni dinle! Unutuyorsun nereye koyduğunu, böyle unutmalar iyi değil. Doktora gidelim, inatlaşma! Sen nöroloji uzmanısın, tamam. Ama sen emekli olalı kaç yıl oldu? Tıpta o kadar çok şey değişti ki!" dedi.
"Tamam, tamam, okullar tatil olsun, o zaman götür sen beni." dedi Pakize Hanım.
"Benim okulumla ne ilgisi var anne?" dese de annesi her zamanki gibi bir bahane bulup atlattı kızını.
Pakize Hanım çalışma hayatında olduğu kadar evinde de çok titizdi. Her şeyin mükemmel olmasını isterdi. Beden sağlığına önem verirdi her zaman. Arkadaşları ara sıra takılır;
"Sen aç mı geziyorsun ? Formunu korumanın formülünü bize de ver." derlerdi.
Pakize Hanım eşini kaybettikten sonra tamamen değişmiş görenleri hayrete düşürecek derecede kendisine özen göstermemeye başlamıştı. Ak saçlarını boyamadan, makyaj yapmadan sokağa çıkmayan kadına bir haller olmuştu. Mecbur kalmadıkça evinden de çıkmıyordu son yıllarda.
Bir gün Serap okuldan gelince annesini aradı. Defalarca çaldırmasına rağmen telefonunu açmadı Pakize Hanım. Serap iyice endişelenmeye başladı, tekrar tekrar hem cep telefonundan hem de ev telefonundan aradı annesini. Korku ve telaş içinde arabaya binip yaylaya doğru yola çıktı kocasıyla. Annesinin yayla evine gelince kapının ardına kadar açık olduğunu gördüler. Seslendiler, bütün odalara baktılar. Ne bir iz ne bir işaret vardı. Sorabilecekleri komşulara gittiler hemen fakat onlar da:
"Sabah görüştük evdeydi, bahçede çiçekleri suluyordu." dediler. Serap perişan oldu.
"Ben sana 'Annemi iyi görmüyorum son günlerde.' demiştim. Unutkanlıkları artmıştı, sürekli bazı cümleleri tekrar ediyordu ." dedi kocasına.
"Doktora zorla götürsek iyiymiş." dedi kocası.
Evin etrafında bakılabilecek her yere baktılar, konu komşu da aramaya yardımcı oldu, bulamayınca karakola gidip durumu bildirdiler. Bu arada hava kararmış Pakize Hanımdan hiçbir haber alınamamıştı.
Gecenin ikisinde beklenen telefon geldi karakoldan. Annesini bir ceviz ağacının altında uyur vaziyette bulmuşlar. Yaylanın labirent gibi yollarında, evden epey uzaklaşmış olan Pakize Hanıma;
"Sen burada ne yapıyorsun teyzeciğim?" diye sormuş bulan kişi.
"Bu ağaç bizim, benim kocam dikti bunu buraya. Bugün biraz yoruldum da dinleneyim diye uzanıvermiştim şuraya." demiş Pakize Hanım. Serap bu cümlelerden o kadar etkilendi ki gözyaşlarını tutamadı.
"Yoksa annem alzheimer mı oldu?" diyerek üzüntüsünü kocasıyla paylaştı.
Hemen ertesi gün doktora götürdüler Pakize Hanımı. Gereken tetkikler yapıldı. Daha erken getirmeleri gerektiğini, hastalığın ileri derecede arttığını söyledi doktor.
Yatılı yardımcı buldular. Evinden ayrılmazsa hastalığının daha yavaş ilerleyeceğini öğrenince hafta sonları ve hafta içi zamanını sık sık annesiyle geçirmeye çalıştı Serap. Günden güne gözünün önünde kayboluyordu annesi, sanki eski Pakize Sultan değildi artık. Annesinin bakımı güvensizliklerle, bağırmalarla, itirazlarla, tahammül edilemez bir noktaya gelmişti. Aylar sonra bir gün Serap annesindeyken yardımcı kadın;
"Bakın Serap Hanım, çarşafların arasında ne buldum!" diyerek bir zarf uzattı. İçindeki mektupta annesinin el yazısını hemen tanıdı.
"Canım kızım ,
Bu mektubu biraz hüzünlü, biraz buruk yazıyorum. Geçenlerde siz geldiğinizde bahçe kapısının anahtarını bulamamıştık ya onu kafama taktım. Belki inanmayacaksın ama buzdolabının içinde buldum. 'Ben bunu buraya nasıl koydum?' diye düşünmekten kendimi alamadım. Mesleğim gereği böyle durumların alzheimer hastalarında olduğunu bildiğimden, üzülmenizi istemediğim için size söyleyemedim. Hemen o gün bu mektubu yazmaya karar verdim canım kızım, güzel yavrum. Yaşım ilerledikçe unutkanlığımın normal olduğunu düşündüm hep. Hastalarımda gördüğüm belirtiler bende olmaz zannederdim ama yanılmışım ne yazık ki. Hastalığımın ileri evrelerine gelirsem ne olur beni evimden ayırmayın. Evimin her noktasından bana bakan, bana gülümseyen yüzlerce hatıram var. Bensiz yaşayamayacaklarını bildiğim kedilerim, kuşlarım, çiçeklerim var. Öyle bir zaman gelecek seninle tartışacağım, belki kavga bile edeceğim, ne olur hoşgörülü davran annene. Bülbüllerin her sene yuva yaptığı testiyi biliyorsun değil mi? Sakın atmayın onu. Evimin her yerinde, her köşesinde benden bir iz bulacaksınız. Ben bu dünyadan göçünceye, babanın yanına gidinceye kadar burada kalmamı sağlayın. Hastalarıma verdiğim ilaçların aynısını kullanmaya başladım. İlaçlarımı alıp almadığımı ara sıra unutmuş olabilirim . Sakın üzülmeyin. Gün gelir yemek yemezsem, konuşamaz hale gelirsem bu hastalığımın son evresidir, aklınızda bulunsun. Bazen senin bana gösterdiğin şefkat annemi hatırlatabilir bana. Sana "anne" de diyebilirim. 'Ben senin annen değilim.' deme bana sakın, 'Efendim kızım!' de bana. Mutfağımı çok seviyorum, sen girdiğinde seni oradan atmak isteyebilirim, yardımcımı bana iyi bakmamakla, bana kötü davranmakla suçlayabilirim. Hepsi ama hepsinin hastalığımdan kaynaklandığını sakın unutma yavrum. Seni çok seviyorum. BEN SENİN ANNENİM"
Mektubun üzerine Serap'ın gözyaşları sel olup aktı, bir şeyler düğümlendi boğazında.
"Her şeyin farkındaymış. " dedi.
"Çocukluğuma dönsem, her sabah senin sesinle uyansam, beni kollarına alsan, saçlarımı tarasan canım anneciğim." dedi yavaşça Serap. Oysa annesi yatağa uzanmış anlamsız gözlerle ona bakıyordu.
Münevver Ongun