Nurullah Bey'le Günseli Hanım torunlarının ısrarına dayanamaz, onlarla birlikte olmak için sık sık başka bir şehirde oturan kızlarının yanına giderlerdi.Torunlarıyla vakit geçirmek onlara çok iyi geliyordu ama bir haftanın sonunda evlerini özlemeye başlıyorlardı. Özellikle Günseli Hanım "Evim de evim!" diye tutturuyordu ama torunlarının ısrarlarına daha fazla dayanamayıp onları mutlu etmek için birkaç gün daha uzatıyorlardı misafirliklerini. En fazla on günün sonunda evde alıyorlardı soluğu.
Yine böyle ziyaretlerden birinin son günü dönüş hazırlıklarını tamamlamışlar, tam arabaya binmek üzereydiler ki Günseli Hanım bahçede ne görse iyi? Annesinin kendisine çeyiz olarak almış olduğu, yıllar sonra da kızının çok ısrarla istediği için ona vermek zorunda kaldığı dört koltuktan ikisi yağmurun ve güneşin hedefinde kalmış, hatta bazı yerleri kararmış, adeta çürümeye terkedilmiş bir durumdaydı. Günseli Hanımın gözlerinin içine yalvarırcasına bakıyorlardı sanki. Koltukların sesine kulak vererek "Nurullah, bu koltukları götürelim, burada kalmasın yoksa bana fenalık gelecek." dedi. Nurullah Bey "Güliz'e bir sorsak mı acaba ?" diyecek olduysa da "Kimseye bir şey sormayacağım, çürüsün mü bunlar burada?" diye kestirip attı. Çocukların bakıcısıyla birlikte koltukları arabanın bagajına yerleştirdiler. O tekli koltukların üçlüsü de onlardaydı zaten ve yıllardır bağ evinde hizmet ediyordu onlara.
Yolda giderken koltukları ne yapacaklarını konuştular. Üçlü koltukla uyumlu olmaları için hepsini bir marangoza verip iyi bir bakımla birlikte vernik, cila yaptırmaya karar verdiler.
Daha önce salondaki koltukların kumaşlarını yenilettikleri Ali Ustaya danışmaya gittiler. O iki usta önerdi, "Bu ikisinden başka düzgün iş yapan yok ama ikisinin de elinden iş almak zor. Ben araya giremem çünkü size mahcup olmak istemem. Siz kendiniz araştırın, karar verin." dedi. İlk verdiği ismin atölyesine gittiler. Gittiler gitmesine de usta "Şu anda elimde çok iş var, Nisan başında getirirseniz yaparım." dedi. Şişe dibi gibi gözlükleri olan, ufak tefek, kara kaşlı, kara gözlü, karikatür gibi sevimli bir adamdı. İnandılar, güvendiler, arabadaki koltukları bağ evine götürüp bıraktılar. Nisan ayının ilk günlerinde koltuklar yeniden arabaya yüklenip atölyeye taşındı. Usta "Şu anda elimde biraz iş var, sizin koltukları ancak bir ay sonra teslim edebilirim. Bu üçlü vernik olur ama tekliler ancak eskitme yaparsak düzgün gözükür. Karar sizin." dedi. Günseli Hanım için bu koltukların manevi değeri büyüktü. Rahmetli annesinin hediyesi olan koltuklar çok kaliteli,masif gürgenden imal edilmişti. "Güzel olsun da geç olsun varsın!" diye düşündü. Ücretini sordular, bir rakamda anlaştılar. Usta, Nurullah Bey'in telefon numarasını aldı "Bitirir bitirmez sizi ararım." dedi.
Aradan bir ay geçmiş olmasına rağmen ne arayan vardı ne de soran. Annesinin hatırasına önem veren kadının aklına geldi bir gün, kocasına hatırlattı. "Tamam yarın uğrar, sorarım." dedi adam. Maalesef gittiğinde atölye kapalı, koltuklar bıraktıkları yerde ve hiç dokunulmamış bir şekilde, tozun toprağın içinde duruyordu. Nurullah Bey, canı sıkkın, "Hanıma nasıl anlatsam?" diye endişe içinde evine döndü. Neyse ki eşi o gün sormadı mobilyacıya uğrayıp uğramadığını. Artık o günden sonra adam da kafaya takmaya başladı. Koltuklar aklına geldikçe uğruyor, karşısına bazen ustanın oğlu bazen kendisi çıkıyor, dokuz dereden su getiriyorlar, yalanlar havada uçuşuyordu. Oğluyla karşılaşırsa "Babam çok hasta oldu, yapamadı." diyor, usta kendisi varsa oğlunun uzak bir yere gittiğinden, yardımcısız kaldığından dem vuruyor, her seferinde mazeretlere mazeretler ekleniyordu.
Emekli karı koca yazı bağ evinde eski tahta sedirlerde geçirdiler ama gelen misafirlerden birisi kazara "Sizin burada İskandinav koltuklarınız vardı, ne oldu onlara?" diye sorduğunda ikisi de birbirlerinin gözlerinin içine bakıyor, mobilyacının hikayesini anlatıyorlarlardı uzun uzun. Misafirlerin "Kaç ay oldu vereli hala gelmedi mi?" şeklindeki soruları iyice canlarını sıkınca atölyeye uğramalar sıklaşmaya başladı. Tabii bu arada siz de "Kaç ay geçti?" diye soracak olursanız yaz bitti, kış ayları geçti yeni yılın bahar aylarına merhaba dendi. Koltuklar Günseli Hanımın bir gün aklına geldi yeniden. "Bağa giderken ustaya uğrayalım!" diye ısrar etti kocasına. Nurullah Bey " Ben geçenlerde uğradım, ağzıma geleni söyledim, hatta küfre varan sözler sarfettim, gıkı bile çıkmadı adamın. Önümüzdeki Cumartesi vereceğini söyledi. Telefon edecekmiş bitirince." dedi.
Günseli Hanım "Benim ümidim kalmadı ya, neyse!" dedi.
Ne bir haber geldi, ne bir telefon.
Yağmurlu bir günün sabahı Günseli Hanım'ın yine aklına geldi annesinden hatıra koltuklar. Kocasına "Gör bak, bu adam benim koltuklarıma el koyacak. 'Çürüdü, attım, zaten işe yaramazdı.Tamiri mümkün değildi.' deyip yalanlar uyduracak." dedi üzülerek.
Kocası yatıştırmaya çalışsa da kadın sakinleşmedi bir türlü. Arabaya binip atölyenin yolunu tuttular. Hafiften yağmur çiseliyordu. Atölye yine kapalıydı, güzelim koltuklar atölyenin önündeki kapalı alandan açık alana taşınmış, üzerine uyduruk bir örtü atılmış, çiseleyen yağmurun altında kendisine veda eder gibi bakıyorlardı. Günseli Hanım "Ne olur," dedi kocasına "alıp eve götürelim hadi!"
"Yok!" dedi kocası "Pazartesi uğrar konuşuruz. "O gün önemli işleri çıktı, uğrayamadılar. Aradan kaç gün geçti artık onlar da bilmiyorlardı. Bağ evine taşınma zamanı yaklaşınca koltukları hatırladılar. Yazı tahta sedirlerde mi geçireceklerdi bu yıl da? Birlikte tekrar atölyenin yolunu tuttular. Nihayet içeriye alınmıştı koltuklar ama hiç dokunulmamıştı. Günseli Hanım adeta çıldırdı. "Arabaya koyun koltuklarımı, hiç bir şey istemiyorum!" diye bağırmaya başladı. Nurullah Bey yatıştırmaya çalıştıysa da ikna olmadı kadın. Usta "Söz veriyorum, bakın başladım. Kırık ızgaraları varmış önce onları tamir ediyorum." dedi mahçup bir halde ve gözlerini koltuklardan kaldırmadan. Kadın çantasından cep telefonunu çıkararak ustaya doğru tuttu. "Şimdi seni videoya çekiyorum, canlı olarak söz ver bakayım! Ne zaman bitecek bu koltuklar? Seni tüketici hakları masasına şikayet edeceğim. Hatta mahkemeye vereceğim."
"Söz veriyorum, pazartesi günü gelip alın,"
" Adın ne senin?"
"Mehmet, efendim."
"Soyadın ne?"
"Çalışkan, efendim."
"Ne zaman teslim edeceksin?"
"Pazartesi günü efendim."
Sanki karakolda komiser soruyor, suçlu cevaplıyordu.
Söz verdiği Pazartesinin üstünden iki hafta geçmesine rağmen telefon gelmiyordu bir türlü. Ustayı tekrar aradılar.
"Bir tek verniği kaldı. Öğleden sonra gelirseniz hazır olur." dedi.
Pek de güvenemediği için akşamüstü gitti Nurullah Bey atölyeye. Hayret, koltuklar hazırdı. Ödemeyi yaparken aklına geldi pazarlık ettikleri günden neredeyse iki yıla yakın bir süre geçmişti. "Fiyatta değişiklik olur mu acaba?" diye soru işaretleri oluştu kafasında. Pazarlık ettikleri parayı uzatınca "Allah bereket versin!" dedi usta yavaşça, paraya bile bakmadan.
Günseli Hanım tesadüfen ustanın atölyesinin önünden geçerken "Koltuklar çocukların bahçesinde kalsa daha mı iyi olurdu acaba?" diye kendi kendine sordu hep, kocasına tek kelime etmedi.
Münevver Ongun