BİR OSMANLI AYDINI: (KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ) KİMDİR?

               Değerli okurlar, bundan yıllar önce YATAĞAN MOTOSİKLET FESTİVALİ nedeniyle Yatağan TURGUT’ ta Osman Hamdi BEY KONAĞI’ nı gezmiş ve O’ nunla ilgili birçok fotoğraf çekmiş, yazımızda da kısa da olsa söz etmiştik. Yine yıllar önce BERGAMA MOTOSİKLET FESTİVALİ nedeniyle gidip ziyaret ettiğimiz BERGAMA’ da tarihsel alanları gezip gördüklerimiz karşısında şaşkına dönmüş ve bunları yazıya geçirirken yaptığımız araştırmalar sonucunda doğru/yanlış pek çok bilgiye ulaşmıştık. Bu arada BERGAMA’ daki tarihi eserlerin talan edilip yurt dışına kaçırılmasında o zamanlar Osmanlıda tarihi alanlardan sorumlu ve yetkili Osman Hamdi Bey’ in eserlerin yurt dışına kaçırılmasına göz yumduğu hatta bundan çıkar elde ettiği konularını okumuş ve bundan rahatsız olmuştuk. Geçenlerde elime EMRE CANER imzalı “KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ” adlı bir kitap geçti. Hanım, komşulardan bulup getirmiş. Biyografik ve belgesel bir roman… Çocukluğundan ölümüne Osman Hamdi BEY’ i anlatıyor. Bu romandan sonra Osman Hamdi BEY’ e büyük haksızlık yapıldığını anladım. Bakın nasıl: Osman Hamdi Bey, 1842 yılında İstanbul’da doğdu. Sadrazam İbrahim Edhem PAŞA’ nın oğludur. Çok yönlü bir kişilik olarak yetişmesinde ailesinin rolü büyüktür. 1857’de hukuk tahsili için Paris’e gider. Ancak tahsiline devam ederken bir yandan da Paris Güzel Sanatlar yüksekokulunda resim dersleri alır. Bir yandan da ARKEOLOJİ ile ilgilenir. Sanata olan ilgisi ağır basınca hukuktan çok sanatla ilgilenir ve ünlü ressamların atölyelerinde onlarla birlikte çalışır. 1858’ de Sırbistan ve Viyana’ya giderek orada müzeler ve resim sergileriyle ilgilenir.1867’ de Milletlerarası Paris Resim sergisine katılır. Bu sergi sonunda madalyalar alır. Bu ara Paris’te bir Fransız kızla evlenir. 12 yıl Paris’te kalıp İstanbul’a döner. Vilayet-i Ecnebiye Umuru Müdürü olarak Bağdat’ a gider. İki yıl orada kalır ve orada Ahmet Mithat Efendi’den batı kültürü üzerine fikir edinme fırsatı bulur. İstanbul’a döner ve Hariciye Müdür Muavini olur. 1876’da Abdülaziz’ in tahttan indirilmesi üzerine bu görevden alınarak Matbuat-ı Ecnebiye Müdürlüğüne atanır. 1881 yılında MÜZE MÜDÜRLÜĞÜNE atanır. Bu görev sırasında büyük uğraşlar sonucu yeni yeni MÜZE BİNALARI yaptırır. Bu binaların yapımı sırasında zaman zaman dara düşer, binaların yapımı aksar, inşaatların bir an önce bitmesi için büyük mücadeleler verir. Hatta bir ara yetkili dairelere giderek bir yıllık maaşının müze yapımı için ayrılmasını ister. Yetkililer “Yok Hocam, o kadar da değil, devlet bir şekilde kendi müzesini yaptıracak parayı bulur” diyerek müze yapımı için ödeneği bulup buluştururlar. Bu müzelere tarihi eserler koymak için SAYDA (SİDON) kentinden, Bergama’ dan, DİDİM’ den, LAGİNA’ dan, Aydın’ dan, Alabanda’dan, Rakka’ dan, Boğazköy’den, Alacahöyük’ten, Akalan, Langaza, Sakçagözü, Bidamara, Bozüyük, Rodos, Taşoz (Bozcaada), Yortan, Notion, Kade, Gorikos, Tedmür, Mahmudiye(Spara) kazıları yapılıyor. Truva’daki kazılara katılıyor. Buralarda bulduğu önemli tarihi eserler getirip müzelerin salonlarını doldurur. Hatta bir grupla Adıyaman’ da NEMRUT DAĞI’ na giderek oradaki DEV HEYKELLERİ de İstanbul’a taşımak isterse de o dev heykelleri görünce bunun mümkün olmadığını anlar. Ancak o dev heykellerin zamanla yattığını, eğildiğini, durumlarının bozulduğunu görünce işçiler toplayarak o devasa heykelleri eski yerlerine oturtarak oradan döner. O’nun otuz yıllık çalışmaları sonucunda bu günkü İSTANBUL ARKEOLOJİ MÜZESİ oluşuyor. 1883’te eğitime başlayan GÜZEL SANATLAR OKULU’ da göreve başladı ve burada da sekiz yıl görev yaptı. 1884 yılında ESKİ ESERLERİN DEVLET MALI OLMASI VE YURT DIŞINA GÖTÜRÜLMEMESİ esasına dayanan “YENİ ASAR-I ATİKA NİZAMNAMESİ” ni yayımlayarak uygulamaya koydu. Bu nizamname Türkiye’de tek eski eser yasası olarak 1973 yılına kadar önemini korudu. Oysa bundan önce Avrupalı arkeologlar ve bu işle ilgilenenler Osmanlı sınırları içindeki yaptıkları kazılarda buldukları tarihi eserlerin götürebildikleri bölümlerini (Bodrum’daki MOZOLE, Bergama’da ZEUS SUNAĞI gibi dünyaca ünlü birçok eseri) bu eserler Avrupalıların doğal haklarıdır anlayışıyla yıllarca yurt dışına taşıdılar/kaçırdılar. Osman Hamdi’ nin bir başka önemli yönü de ressamlığıdır. Paris’ te yabancı ve ünlü ressamlardan resim dersleri alır, onlarla birlikte çalışmalara katılır ve PARİS’ TE RESİM SERGİLERİ AÇAR. İstanbul’a döndükten sonra da resimler yaparak Avrupa’ ya göndermeye devam eder. Hatta bir ara İstanbul’daki resim atölyesi yobazlar tarafından saldırıya uğrayarak yaptıkları resimler parçalanır, kapı-pencere-cam-çerçeve indirilir. Çünkü hala Osmanlı’ da resim TABU’ dur. Osman Hamdi daha sonra Resim atölyesi ve öğrencilerini silahlı askerler koyarak güvencelerini sağlamaya çalışır. Tablolarında daha çok fotoğraflardan yararlanarak montaj usulünde birleştirmeci üslupta eserler verir. Osman Hamdi’ nin pek çok eseri bulunmakla birlikte CAMİDEN ÇIKIŞ-BALIKÇI-YEŞİLCAMİ’DE KUR’AN OKUMA-HALI SATICISI-AB-I HAYAT ÇEŞMESİ-HAMAM-KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ-TÜRBE KAPISI ÖNÜNDE KADINLAR-ESKİHİSAR-MİMOZALI KADIN ve ŞEHZADE TÜRBESİNDE DERVİŞ gibi tabloları oldukça ünlüdür. Özellikle KAPLUMBAĞA TERBİYECİSİ tablosu şu açıdan önemlidir: Bir ihtiyar elinde asayla kaplumbağaları terbiye etmeye ve gütmeye çalışmaktadır. Ancak kaplumbağalar onu dinlemek yerine her biri almış başını istediği yöne gitmektedir. Bu durum; Osman Hamdi’ nin her ne kadar çalışıp didinse de, kendisini parçalasa da insanları, toplumu, belki de Osmanlı ayanını bir yola getirememe kaygısını dile getirmektedir. Osman Hamdi’nin çalışmaları ve eserleri yazılacak/sayılacak gibi değil. İsterseniz Yatağan /TURGUT KÖYÜ’ ne kadar bir uzanıverin. Orada OSMAN HAMDİ KONAĞI var. İçerisindeki salonlarında da 2/3 metre boyutlarında kocaman kocaman tabloları boy gösteriyor. Çok da güzel duruyorlar/görünüyorlar nasıl yapılmışlarsa… GELECEK GEZİLERDE ve YAZILARDA BULUŞMAK UMUDUYLA ŞEN VE ESEN KALIN.

YAZARIN DİĞER YAZILARI