Eski yıllarda bir gazete daha çıkarmak, bir kitap basmak, her konuda köşe yazısı-fıkra yazıp, karikatür çizmek, çoğu insanımızın en çok istediği şeylerdi… Son yıllarda bu istek, bu iştah iyice kaçtı, kimse bırakın bir gazete-kitap çıkarmayı, elini kıpırdatmak bile istemiyor!.. Bir isteksizlik, bir yorgunluk, bir bezmişlik, bir umutsuzluk, bütün insanlarımızı hımbıllığa doğru iter oldu… “Anadolu insanı gülmeyi de unuttu” desek yeridir…
Tam bayrama giderken yine zam haberleriyle sarsıldık; ete, süte ve peynire yine % 15-20 zamlar geldi… Bayram sevinci yine kursağımızda kaldı!.. Oysa, hani bu bayram, yani “Ramazan Bayramı”, yani “Şeker Bayramı”, hani “Bolluk ve Bereket Bayramı” olacaktı!? Bizim gibi uzaklardan yakınlarını, misafirlerini bekleyen birçok aile pazarlara çıktılar, evden çıkarken almayı düşündükleri yiyecek ve içeceklerin, ancak yarısını bile zar-zor alarak, ceplerinde çocuklara verecek harçlıkları kalmadan, başları önlerinde evlerine döndüler!..
Muğlalı ünlü şairimiz İbrahim Ergin, “Özlem Yorgunu” şiirinde şöyle diyordu:
“Ben buraların adamı değilim/ Düşlerimden eser yok bu yıldızlarda/ Daha dün benim içindi güneşlerin doğuşu/ Oysa şimdi bağrımda bir yağlı kurşun/ Anıların bunca özgür oluşu/ Ben buraların adamı değilim!..”
Ben de böyle ortamların adamı değildim!.. “Yazı Yazmak” bile içimden gelmiyor artık!.. Yüzlerce gazeteci-yazar meslektaş hapislerde yatarken, her gün bir gazete-matbaa kapanırken, cep telefonu ve TV aşkıyla kitap-gazete okumayı unutmuş-unutturulmuş büyük bir kitle oluşurken, neleri yazıp da, kimlere okutacağız ki!?
Koca koca adamlar yalanla-dolanla bizleri enayi yerine koyarken, aklımızla alay ederken, sen kalkıp da “Doğru” yazdıklarının, nasıl doğru olduklarını anlatmak-izah etmek için dokuz dereden su getirmek zorunda bırakılıyorsan, sen neleri yazmayı düşünebilirsin ki?
Ünlü şairimiz Cahit Sıtkı Tarancı, “Böyle İşte” adlı şiirinde şöyle diyordu:
“Hava güzel diye açsam pencereyi/ Sen misin açan? Yağmur yağmaya başlar…// Bir kadın gülümser karşı balkonda/ Kendime sanıp baksam, kadın kaybolur…// Yemişler mi sarkıyor komşu dallardan/ Elimi uzatsam, yemişten eser yok…// Herkes rakı içer, az çok neşelenir/ Bense her içişimde efkârlanırım…// Nerden, nasıl bindim Yarab bu gemiye/ Hangi denize çıksam fırtına kopar!..”
Bayram öncesi son pazara çıkışımda, tanıdığım bir manavdan kiraz alacaktım… Önceki hafta kilosu 10 lira aldığım kiraza 15 lira demez mi? Sebebini sorduğuma pişman etti, bana; “Ayıp hocam ayıp, daha dün devletten ‘Bin Liraları’ aldınız, sen bari pahalılıktan şikâyet etme yahu!” dedi, iyi mi? Evdeki hanım dahil, o Bin Lira bayram ikramiyeleri yüzünden, kaç yerden yakamızı tarttılar haberiniz var mı? Gören de Bin Lira aldık diye, sanki bize Milli Piyango’nun büyük ikramiyesi çıkmış gibi muamele çekip, yakamızı tartar oldu!.. Çok defa oturup düşünmüşümdür; “Ulan bu Bin Lira ikramiyeleri vermeseler daha mı iyi olurdu acaba? Bizi mahallenin ağası sanıp, herkes para istemeye başladı yahu!” demekten kendimi alamaz oldum!..
Orhan Veli’nin dediği gibi; artık sokakta bile giderken bunlar aklıma geliyor, gülümsüyorum!.. Gülümsediğimin farkına vardığım zaman sağıma-soluma bakıyor, ‘beni deli zannedecekler’ diye düşünüp, yine gülümsüyorum!.. Deli miyim, delirdim mi, neyim!? İnanın, şu günlerde vallahi içimden hiç yazı yazma isteği de gelmiyor!.. Sakin KOŞAR…