YALNIZ OLMANIN LÜKSÜNE ALIŞMAK

Yalnız kalmak, yalnız olmak, yalnız yaşamak hepsi aynı kapıya çıkar gibi görünse de tercih edilen bir yalnızlık hepsinden farklıdır.  Nedense yalnız kalmamak gerektiğine dair bir düşünce hâkimdir. Birisi herhangi bir nedenle yalnız kalmışsa özellikle kadınlar için yalnız olmaz, yalnızlık Allaha mahsus, bir can yoldaşı olsun diyerek anne baba,  konu komşu, arkadaşlar hemen o yoldaşı aramaya başlarlar, düşünce o kadar doğrudur ki sormazlar bile sen can yoldaşı istiyor musun diye.

Özellikle genç yaşta yalnız kalmışsa kadın, bir an önce yalnızlığından kurtarılması gerekmektedir. Onun yalnızlığından ziyade başında birinin olması sorumluluğun devralınmasıdır önemli olan.

Kendi ayakları üzerinde durabilen, kalabalıklarla yaşamayı istemeyen (bazen bir kişi bile fazla kalabalıktır) yalnızlığı bile isteye tercih etmiş insanlara bile yapılır bu baskı.

Kocası öldükten sonra, tek başına kendine bir düzen kurup yalnız yaşayan komşum, bir gün nefes nefese gelmişti, babası ve annesi ilçeden bir kızı yanlarına almışlar çıkıp gelmişlerdi. Kız üniversiteyi kazanmış, biraz uzaktan akrabalık var, maddi durumları da iyi değil hemen bir yardım konseyi oluşturulmuş, "Ayşe teyzenin kızı tek başına yaşıyor, kızı onun yanına verelim, hem ona can yoldaşı olur hem de sevaptır" demişlerdi. Annesine de kıza da bu durum çok olağan görünmüştü, bir kuşak öncesinde şehirdeki aileler köydeki akrabalarına böyle destek veriyorlardı çünkü. Annesine anlatamamıştı niye istemediğini, Allahtan okul eve çok ters bir semtteydi de bir haftalık misafirlikten sonra sorun kendiliğinden çözülmüştü, "yazık perişan olur yavrucak yollarda, kışı var kıyameti var" sözleri eşliğinde.

Yıllardır evde kendine tek kişilik bir düzen kurmuşsun, her şey yerli yerinde bıraktığın gibi duruyor. Bazen yerinden kalkmak istemiyorsun yemek yapmak, hatta yemek bile istemiyorsun. Kendi sorumluluğundan kaçmışsın, bazı şeyleri sallamışsın, yapılması gerektiği halde ama kimseye anlatmak, hesap vermek, ikinci kişinin varlığını, ihtiyaçlarını düşünmek zorunda değilsin. Bazen televizyonun sesi bile fazlalık olur.

Yapmak istemediğin bir iş için mazeret beyan etmek, anlatmak ve sıralanan fikirleri dinlemek zorunda değilsin, söylediği makul ve mantıklı şeylerse, senin istememenin bir hükmü kalmaz kalkıp yapmak zorundasındır, ama değilsin. Banyonun kapısını açık bırakabilirsin, şarkı söyleyebilirsin. Ortada gezen, mutfakta, banyoda, tuvalette sürekli iz bırakan birilerinin peşinde dolanman gerekmiyor. Her şeyi ikinci bir kişinin var olabilme ihtimalini düşünmeden tek kişilik ayarlamışsın, bu hayata birini, birilerini dâhil etmek zorunlu veya keyfi mümkün müdür?

Akşam kurulmuşsun televizyonun karşına uyukluyorsun kalk yerine yat, orası rahat değil, kanepeye geç, üstünü örteyim mi? diye diye uykunu rezil eden, madem seyretmeyecektin ben programımı izleseydim diye söylenen birisi yok. Aniden kalkıp gitmeyi düşündün açıklama yapma gereği yok.

Bu kişinin ille de eş, arkadaş olması gerekmiyor herhangi bir aile ferdi de olabilir. Her birinin senden beklentileri farklıdır. Dışardan bakınca nedir ki bir çay kahve, iki laf bir dedikodu denebilir,  ama alışmışsın sadece kendi sesine kulak verip cevap vermeye sessiz sessiz. Alışkanlıklar farklı, alt üst oluverir evin düzeni, her şey gözüne batmaya başlar, sesler hep çok yüksek, ortalık çok dağınık, yeme alışkanlığı, yeme şekli, uyku düzeni çok farklıdır. En basitinden birinin ayağı yolluğa takılır düzeltmeden gelir, dolap kapakları açık kalır, düzeltsen bir türlü düzeltmesen kaç türlü. O kadar basit görünümlü şeylerdir ki kendini sorgularsın söylediğinde.

Ne güzel yalnız yalnız yaşıyorken ne gerek var böyle tantanaya.

 

Fatma Ayhan 25 Ağustos 2024   

 

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI