TELAŞIN GÜNLÜĞÜ


Saat 7.15 ne varsa fırlayıp kalktım, balkon kapısını açarken geldi aklıma, önce yatakta oturun, sonra ayaklarınızı sallayın, bekleyin, sonra yavaşça kalkın cümlesi, benim yaşımdaki insanların öyle yapması gerekiyormuş. Eh, bu sefer de kaçırdık, belki yarın veya çok uzak bir yarında başarabilirim derken balkona çıkmış, bugün gökyüzünün bana poz vermeyeceğini anlamış, merdivenlere yönelmiştim bile.

Merdivenden inerken, aklıma üşüşen yapılması gerekenleri sıraya koymaya başlamıştım. Elimi yüzümü yıkayıp mutfağa geçtim, birinci vazife açken içilecek ilaç ve çay koymak tamam, onu yaptım, kafamda çarpışan iki ses var hangisinin komutuna uyacağımı bilmiyorum.

-Yumurta koysam bir yandan, nasıl olsa kahvaltı için yarım saat beklemek zorundayım.

-Yumurtayı boş ver bugün iş çok, ekmek yok, çay oluncaya kadar hamuru yoğur da mayalansın.

-Önce bi çayımı içseydim, işe başlayınca hep unutuyorum.

-Bak çıkardım malzemeleri azıcık suyu ılıt ta başla.

-iyi oldu aslında, peyniri, zeytini de çıkarayım,

-Patlıcanları da çıkar, kahvaltı yapıncaya kadar tuzda beklesin

-Aslında bir de mercimek çorbası koysan,

-Elim soğan kokusu olmuşken patlıcanın soğanlarını sarımsaklarını da doğrarım.

-Ee bekleyecek mi öyle?  Koy ocağa bir yandan da biberini domatesini hazırla, çorba pişerken yemeğin sosu hazır olur,

-Patlıcanlar yeteri kadar bekledi tuzda, bir yandan yıkayıp, kurulayıp tencereye atsam iki çevirip üstüne sos. Oldu bile de kızarmış patlıcanların üstüne ocağı kısmadan foş diye sosu dökünce ocak ve çorba tenceresinin kapağı da nasiplendi.

-Boş ver onu şimdi, yemek pişince silersin ocağı, yemekte kıyma görmüyorum.

-Çıkarmayınca unuttum, zeytinyağlı oldu.

-Peynir zeytin ve öbür ilacın seni bekliyor.

-Tamam, hemen yerim ama çayımı içerde oturup içerim zaten bayatladı. Birinci bardağa burada başlayayım, çorbayı da blendırdan geçirmek lazım, onu yapınca çorbanın işi tamam bir yudum çay, çok bayatlamamış ya, iyi iyi.

-Haydi ikinci bardağı içerde iç ama hamura bir bak.

-Sen otur orda, mutfak ne halde haberin yok.

-Ne oturması çiçekleri suluyorum.

 -Tamam ya yok bir şey yemek pişmiş, hamur biraz taşmış, sıkıntı yok ekmekler tepsi mayasını beklerken ortalığı toplar ocağı silerim,

-Çorba tenceresinin kapağını unutma.

-Yemek tenceresinin kapağı temiz, haa o elimdeydi sosu dökerken.

-Çiçekler yarım kaldı.

-Ona da sen baksan derken yılbaşı çiçeğine takıldım, amaan sen yine mi şaşırdın zamanı, gerçi iyi sayılır geçen sene mart mı nisan mı o zaman açmıştın, Kraliçe de açmış boncuk boncuk, o kadar suyu ne yaparsınız bilmiyorum. Mercan köşkü de toparladı kendini, dokununca dökülür ama çok ta güzel kokuyor süpürürüm sonra. Süpürgeyi elime almışken şöyle bir dolanayım evi, fıstık kabukları, dökülen saçlar ve tek bir sarı leblebi süpürgeden kaçıp kapının önüne kadar yuvarlandı..

-Çayım gene kaldı bir yerlerde, zaten tadı da kaçmıştır, ben demedim mi önce çayımı içeyim diye.

-Tepsi mayası bu seferlik bu kadar beğenmeyen yemesin. Ekmek fırındayken bir de yukarıyı halledeyim balkondaki menekşe de bekler beni. Oda buz gibi olmuş. Biraz bilgisayarın başına otursam.

-Ekmeği unutursun

-Tamam, inelim galiba televizyon başında bir kahveyi hak ettim. Ve sürpriz çalakalem programı ve inci Aral kendisi okuyor hikâyesinin adı besleme.

-Kalk kalk, yeter sana bir öykülük kahve içme zamanı.

-Gördün mü ekmek neredeyse yanacak.

-Yaa saat on bir olmuş, çarsıya gitmem lazım, ilaçlarımı almam, kuaföre gitmem, ödev için kırtasiyeye uğramam ve ayakkabı almam lazım.

-Tamam, o zaman 12 arabasına yetiş, o arada çamaşırları at da giderken asarsın,

-Atölyeyi de biraz temizleyip düzenlerim belki.

-Arabayı kaçırıyorsun.

- Tamam, duraktayım 2 dakikalık bekleme süresince apartın bahçe duvarına yaslanıp, başımı da arkaya demire dayayınca, ev karşıda dön geri derken, gelen dolmuşa binip oturmak daha cazip geldi.

Eczaneye en yakın durakta inip, ilaçları aldım, bir de kırtasiyede fotokopi çektirince ayaklarım doğru durağa yöneldi. Yorgunluğum ve ayaklarımın acısından, bırak yeni ayakkabıyı, saçlarımın güzel olabilme ihtimalini, kafayı kaldırıp kitaplara bakmayı, denizin sesini dinlemeyi, bulutların peşine takılmayı akıl bile etmeden, gözlerim sadece dolmuşun saatine odaklı baktım ki dolmuştayım.

Ve evin merdivenlerini tırmanırken yine iki kişi olduk.

-Ne o öyle, seksen yaşında gibi demirlere tutuna tutuna, oflaya puflaya çıkmak, iki adım yer.

-Seksene az kaldı da prova yapıyorum oldu mu?

- Daha pilav yapacaksın da ondan dedim.

-Pilav milav yapmıyorum, dolapta dünden iki yemek daha var, üç gün yemek falan yok bulduğunuzu yiyin.

-Tekli koltukların altına tela yapacaktın, bir haftadır masanın üstünde bekliyor tela.

-Yapmıyorum zımbanın teli yok. Tüh bak onu da unuttum.

-Nihayet odamdayım üstümde battaniye, arkama yaslandım kaymak üzereyim. Ekmeğin üstünü örttüm mü? acaba diye takılmaya başlayınca, kitabımı aldım elime konu sürükleyici, yapılacak işlerin hiçbiri yanıma uğramıyor. Kitabi elimde tutmakla, gözlerimi açık tutma savaşını önce gözlerim kaybetti, yana düşen kitabin da kaybettiğini oturduğum yerden uyurken telefon sesi olduğunun ayırdına zor karar verdiğim sesle uyanınca fark ettim.  

 

  Fatma Ayhan 28 Kasım 2024

YAZARIN DİĞER YAZILARI