Edebiyatçı- yazar. Ömer Kamil Yılmaz
KİTAPLARDA KALMIŞ ANILAR-II-
Ahmet Taner Kışlalı diyor ki: "Kitap, insanlığın belleğidir. Zaman içinde her şey unutulabilir, ama yazıya geçmiş her şey belge niteliği taşır." Ben de bu söze şunu ekleyip diyorum ki: "Sözü, sonsuzlaştıran kitaptır." İnsanlık tarihinin gerçek anlamda değer bulması, yazının bulunmasından sonradır. Tarihi yaratan insan, tarih içinde kendini yazıyla "kitapla" var etmiştir. İnsan, kendi çevresinin bilgilerini sindirdiği oranda, dünyadaki bilgi birikimlerinin farkında olabilir. Bununla yetinmeyip, kendi çağından önceki bilgileri de kavrayarak, yaşadığı ve gelecek cağlara kavramlar bırakarak, insanlığın ufkunu açan gerçek bir aydın olabilir."
Tarihimiz ve kültürümüz için kişi anıları çok önemlidir. Bilhassa bu anılar, tarihsel dönemeçlerle, olaylarla bağlantılıysa daha da bir önem kazanmış olur.
Muğla, Yerkesikli olan Naciye Makal, Aksu Köy Enstitüsü'nü bitirmiş, ülkemizin okullarında ilkokul öğretmenliği yapmıştır. Köy edebiyatımızın önemli yazarlarından olan Mahmut Makal'ın da eşi olan Naciye Makal "Bindim Tütün Küfesine" adlı anı eserinde, babasıyla ilgili savaş anısına yer vermiştir. Naciye öğretmenin babası Kara Mıstık, Yerkesik'te yaşayan tütüncülük yapan bir çiftçidir. Aslında bu kişi savaş yıllarında Çanakkale, Galiçya cephelerinde bulunmuş bir savaş gazisidir. Naciye, çocukluğunda tütün tarlalarında ailecek çalışırken bir gün babasının bu özeliğini bildiği için anılarını dinlemek ister. Babası da ona savaş yıllarında yaşadığı anısından şöyle bahseder.
" 1.Dünya Savaşı ilanıyla asker olup, Çanakkale Cephesi'ne gittim. Köyümüzden Nalbant Hasan'ın oğlu ile aynı siperdeydik. Savaş kanlı şekilde sürüyordu. Albay Reşat Bey'in emrinde, Çiğiltepe'de görev yaptım. Takviye birliğinin içindeyken, atılan bir bombadan kopan şarapnel parçaları, yüzünden, başımdan ve elimden beni yaraladı. Bayılmışım ve beni hastaneye götürmüşler. Burada tedavi gördüm, iyileşince, yeniden birliğime katıldım, bu sefer birliğimizle Galiçya'ya sevk edildi. Çok zor ulaştık bu cepheye, bir çarpışmada esir düştük, bizi trenlere doldurup, aç ve susuz şekilde dört gün yolculuk ettirip, adını sonradan öğrendiğim Kiev kampına getirdiler. Burada karnımızı doyurdular. Sonra bizi taş ocağına götürüp, çalıştırdılar. Ben ve diğer arkadaşlarım, bu taş ocağında tam iki yıl çalıştık. Çok ağır işlerdi ve çok yoruluyorduk. Bir sabah kalktığımızda başımızdaki nöbetçileri göremez olduk, kampta hiç asker ve yetkili yoktu. Meğer Rusya'da 1917 Devrimi olmuş, bunun için bizi bırakıp, gitmişler. Bu durumu fırsat bilip, beş arkadaşla konuşup kaçmaya karar verdik ve kamptan ayrıldık. Daha çok ormanlık bölge içinde yer alıyorduk. Bir zaman sonra karşımıza bir köprü çıktı. Köprüyü askerler bekliyordu. Bizi görüp süngüleri karnımıza dayadılar.
-Kimsiniz? Dediler
-Türko dedik
Az çok meramımızı anlatacak kadar dillerini öğrenmiştik. Süngüleri indirip, geçin dediler. Yola devam edip, gördüğümüz köylere uğrayıp, karnımızı doyurarak gidiyorduk. Aylar süren yolculuktan sonra adını sonradan öğrendiğim Batum'a geldik, lafı fazla uzatmayayım, buradan, İstanbul'a kalkan bir vapura binip İstanbul'a geldik, böylece Yerkesik'e geçtim. Anam koşup boynuma sarıldı. Anam bana" seni öldü biliyorduk" dedi. Birbirlerine sarılıp ağlaştık. Ben askerdeyken annemin bir çocuğu daha olmuş. Kendisinden önce köye dönen nalbantın oğlu Hasan, kendisinin öldüğünü, ailesine söylediğinden, doğan çocuğun adını Mustafa koymuşlar. Mıstık, bundan sonra köyünde tarım işi yapar ve böylece yaşantısını sürdürür."
Naciye Poyraz Makal - Bindim Tütün Küfesine- KB Yayını 1979 Ankara
Şimdi bu anıyı okurken, Köy Enstitülerine söylenen ağır ve kötüleyici sözleri ve yazıları düşündüm. Bakın bu kuşağının öğretmenleri ve ya çoğunun babası savaş görmüş, ülkenin kurtuluşunda görev almış kişilerdir. Enstitülü öğretmenlerin çoğu, ya babasından ya dedesinden bu savaş anılarını dinleyerek büyümüştür. Bu kuşak, ülkesine hainlik eder mi? Bunlar komünistlikle suçlanmış, düşman gösterilmeye çalışılmıştır. Halbuki bu enstitülü öğretmenler, yurdu için çarpışmış babaları gibi, yurtsever evlatlardırlar. Aileden bu duygularla yetiştirilmiş, enstitülerde, yurt sevgisini ve ülke için çalışma duygularını geliştirmişlerdi. Atatürkçüydüler. Çalışkan ve fedakardılar. Onların bu yönü görülmedi ve haksız ithamlarla okulları kapatıldı, bu nedenle onlardan kalan anıları okuduğumuz da bu öğretmen kuşağına haksızlık edildiğini görüyor ve üzülüyoruz.
Savaş anıları gerçeklerle örülüdür. Arkada bilhassa köylerde kalan insanların ağır aksak yürüyen hayatlarını verir bizlere. Bakın tarih kitapları yaşanan olayların bilgisini verse de, yaşanmışlıkları birey noktasında aktarmaz. Ama savaşa katılmış asker, olayları bizzat yaşadığı için duygularını derinliğine hissettirir anlatımında. Savaş görmüş bu kuşak, bu nedenle, yurt sevgisini öncelemiş, ülke insanının okuması için çaba harcamış, cehaleti alt etmeden, bu ülkenin düze çıkamayacağını görmüş ve ona göre önlemler almıştır.