HAKİM KÜLTÜRÜN İNCELENMESİ-I-
"Bazı Divan Şairlerinin Türk Algılamaları" adlı Devrim Gazetesi'nde yayımladığım iki uzun makalemde, Türkleri, aşağılayan, onları hakir gören Divan Şairlerinden bahsetmiştim, şimdi mevcut şairleri, Türkleri kötülemeye iten nedenlerin üzerinde durmak istiyorum. Önce hakim kültür nedir? Onu kısaca tanıyalım. Bu kültür anlayışı seçkinlerin, halka yukarıdan bakan, onu küçük gören bakışının devlet üst yönetimine egemen olmuş, kendilerini halktan ayrı gören seçkinlerin takındığı tavırdır. Bu görüş devlet yöneticilerine ve seçkinlere nasıl egemen olmuştur? Bilinen uzun zamandan beri toplum bünyesinde yarattığı olumsuz sözleridir.
Orhun Kitabeleri'ndeki Türk Budunu sözleri bir kenara bırakılırsa, sonraki Türk devletlerinde, Türk adını ve Türklerin yönetimde söz sahibi olduklarını fazlaca göremiyoruz. Bunun nedeni hakim düşüncenin gücüdür. Örneğin: "Memleketimizde faydalı işlerin yapılmayışında en birinci sebep, halk olduğunda şüphe yoktur. Bizler hem çalışmayız, hem de hayırlı işlerden anlamadığımızı çok defa kanıtlamışızdır."(ı) diyen yöneticiler, bu halka ne vermişlerdir ki, onları bu kadar aşağılama noktasında kendilerini haklı görmüşlerdir? Bakınız ünlü Osmanlı Tarihçisi Naima kendi adıyla anılan tarihine aldığı Türk adlarıyla ilgili yazılarında,"Nadân-ı Türk-Cahil-kaba Türk","Etrak-i bi-idrak--İdraksiz Türkler","Türk-ü Bed-lika-Çirkin suratlı Türk" "Hilekâr Türk" gibi. nitelemelerde bulunmuştur. Şimdi soralım. Osmanlı tarihini yazmış bir kişinin, kendi halkı için bu yakıştırmalarda bulunması neyin ürünüdür? Ancak bu noktadayken şunu da belirtmeliyim ki, Türk insanına yaklaşımda, bütün Osmanlı tarihçilerinin bakışı aynıdır. İşte bir başka örnek. Aksaraylı Kerimeddin Mahmut'ta şu sözleri eder. "Hunlar ve Türkler, köpekler ve kurtlar gibidirler, ellerine fırsat geçti mi yağmayı ganimeti bilirler. Fakat düşman kuvvetli ise kaçarlar" Bu noktada şunu belirteyim. Tarihte imparatorluk kurmuş her devlet veya güçlü devletler, ele geçirdikleri toprakları, hem istila etmişler, hem de tarihi eserleri ve işgal ettikleri ülkelerin zenginlikleri kendi ülkelerine götürerek, yağmalamayı sürdürmüşlerdir. Yani bu sadece Türklere özgü bir uygulama değildir. İngilizler, yüzyıllarca Hindistan'ı ve Okyanustaki adaları sömürmüş, müzelerindeki en önemli eserleri bu ülkelerden götürmüştür. Yakın zamana gelirsek, ABD, Irak'ı işgal harekatında aynı tavrı sergilememiş midir? İşgaldeki amacı, Irak'ın zengin petrol yatakları değil midir?
Asıl konumuza dönersek, Türk tarihçilerine bu bakışı yaptıranın, bu yazıyı yazdıranın hakim düşüncenin çizdiği yol olduğu muhakkaktır. Bu bakış açısı nereden Türk yöneticilerine musallat olmuştur, onu da tahmin edebiliriz. Bunun nedeni: Türk insanının yönetici kadrolardan dışlanması, vergi ve askerliğin dışında adam yerine konulmamasıdır. Bu zihniyet, olsa olsa, bu halk bir şeyden anlamaz, görüşünün eseridir. Ne acıdır ki bu zihniyet, yanlış olmasına rağmen, yönetim kadrolarına egemen olmuş, yüzyıllarca Türk insanını ihmal ettirmeyi sürdürmüştür. Ama bu noktada şunu da görüp tartışabilmeliyiz. Bu tarihçiler neden bu kadar Türkleri aşağılamak gereği duymuş ve bu görüşleri uzun yıllara taşıyacak eserlerine almışlardır Bu konuda araştırma yaparken, gördüm ki bizim edebiyatımızın temel eserlerinden biri sayılan Kutadgu Bilig'te dahi bu düşüncelere yer verilmiştir. Kitabın yazarı Yusuf Has Hacip, Türkler için: "Bunlar belirli bir sanatı olmayan, şehir halkı, mesleği olmayan amele, şehir işçileri. Bunlar karınlarını doğurmaktan başka bir şey düşünmezler. Bu kara halkın karnı doydu mu dili açılır. Eğer hanları inzibat gücü altında tutmazsa, onlar derhal şımarırlar."(vıı)
Eski Türklerin pek az aydın yetiştirdiklerini ve çok sayıda kitap yazmadıklarını düşünürsek, yazılanlara da yukarıdaki gibi paragraflara kaydedersek, bu görüşün uzun zaman taklidini yaratacağını söyleyebiliriz. Bu görüş doğru değildir. Çünkü doğru olsa idi, Abbasi Devleti'nde, bilhassa Memun ve Mutasım döneminde, ordu komutanlıkları ve önemli mevkiler Türklere verilmezdi. Demek ki bizim aydınımız, bizim insanımızı tanımakta bir sorunu vardır. Şu örneğe dikkat edelim: "Yavuz Sultan Selim, İran hükümdarı, Şah İsmail'le savaşa giderken, ordusunun komutanlarının ve askerinin çoğunluğunu, Balkan ülkelerinden topladığı devşirme askerler oluştururken, Şahın ordusunun komutanları Türk'tü. Bu durum, Osmanlı Tarihçisi Hoca Saadettin Efendi tarafından yazılmış bir beyitte bakın nasıl alaya alınmıştır.
"Başına taç aldı çıktı ol pelit (Pis-Murdar)
İtti bi-idrak etraki mürid"
"Kafasız ve anlayışız Türkler, o pis adamı savaşa itti. O da başına taç alarak çıktı yola" şeklinde çevirebileceğimiz bu beyitte, Osmanlı elitinin bakışı yansıtıldığından önemlidir. Osmanlı yöneticileri, sadece Türkleri yönetim kadrolarına almamakla kalmamış, Türk Dili'nin dahi sarayda kullanılmasına izin vermemişlerdir. Onlar bu anlayışlarıyla, bu dili, idraksiz gördükleri halkın kullanımına bırakmışlardır Ünlü Osmanlı Şairi, Aşık Paşa "Garipnâme" adlı eserinde:
"Türk Dili'ne kimesne bakmaz idi
Türklere her kiz gönül akmaz idi.
Türk dahi bilmez idi bu dilleri
İnce yolu ol ulu menzilleri."
Derken, hakim kültür hakkında da bilgi veriyor. Bu da bize hakim kültürün yüksek soydan olanların, Türkçe konuşmasını yakışık bulmadığını gösteriyor. Bu bakışın bir mantığı olduğu söylese de, kendi halkına ve diline bu kadar yabancılaşmış olması doğru mudur? Bence doğru değildir, ama olmuştur ne diyebiliriz ki? Bu toplumun içinden çıkan kendini halktan ayrı gören bazı imtiyazlı kişiler, Türkler hakkında maalesef ki bu kötü sözleri söylemişlerdir.